BİR KIŞ SABAHI KARLA UYANDIN  MI HİÇ?

Yıl miladi 2010, ocağın on beşi, günlerden Cuma, Saat: 07:25. Hava soğuk. Camiden daha şimdi geldim. Her zaman ki gibi sadece iki yaşlı amcayla eda ettik sabah namazını. Rakımı 1250 m. olan Bursa ilinin Büyükorhan ilçesinin Zaferiye köyünün meşhur soğuğu can yakar. O yüzden daha fazla üşümeden sobayı yakmalıydım öylede yaptım. Bu arada içimin ısınması  için de sıcak bir demlik çaya hacet var. Sobanın üstünde odun ateşiyle demlenmiş  bir çay iyi gider diye düşündüm. Dışarıda lapa lapa yağan kar tanelerini perdeleri sıyrılmış bir köy evinin ahşap penceresinden sıcak bir çay eşliğinde seyre dalmak insanı ne büyük deruni düşüncelere sevk ediyor. Sanki inen kar taneleri Allah zikrediyorlar. Ne de güzel yağıyor kar..İri iri.. aslında niyetim ders çalışmaktı.. Tam 12 sene önce malum süreçte diplomamın denkliğini iptal edilmiş, bu denkliği alabilmek için 40 yaşını aştığım şu günlerde Uludağ Üniversitesi İlahiyat fakültesinde bazı dersleri alıyorum. Sağlık olsun, okuruz.. Şimdi okulda final imtihanları var. İslam Felsefesi Tarihi dersine çalışacaktım ama böyle bir manzara bana bunu unutturuverdi. Fecir vaktiydi ama nasıl olsa kimsecikler görmezdi, sobası tutuşan bir kaç ev hariç insanlar seher uykusundaydılar. Komşu Teyze kalkmış alaca karanlıkta, lapa lapa yağan karın altında sobasının borularını temizliyor. Borulardan çıkan ses karanlığın içinde farklı bir senfoni oluşturuyor. Zaten bu teyze her sabah önce o kalkar, sobasını yakar sabah namazını asla geçirmezdi. Teyze elinde soba borularını dövdüğü çubukla sanki namaza kalkamayan insanları uyarıyor gibi.

Bu arada bazı tanıdıklarım aklıma geliverdi.. Acaba sabah namazında Rableri ile buluşabilmişler miydi? Hemen telefona sarıldım ve onlara çağrı yaptım. Zira herkes bu büyük buluşmayı gerçekleştirerek yeni güne başlamalıydı. Bir taraftan da gözüm lapa lapa yağan karda. Yere düşen tanelerini izlerken farklı bir ruha bürünüveriyor insan. İşte şimdi Yeryüzü yavaş yavaş beyazlamaya yüz tutuyor. Sokak lambalarının aydınlattığı kar taneleri bir başka parlıyor. Hemen yakındaki dağlardaki çam ağaçlarının dalları beyaza bürünmüşler bile. Şimdi Yeryüzünün saçları ağarıyor. Birden aklıma ağarmaya yüz tutan saçlarım geliyor. Ağaçların dallarının karla beyazlaşması ağaran saçlarımı aklıma getiriyor ve kalan ömrümün geçenden daha az kaldığını hatırlatıyor. Seher vakti yağan karı seyrederken bir yandan da düşünüyorum. Garip bir duygu karmaşası yaşıyorum. Yağan karla adeta gelinlik giymiş dağları temaşa ederken en iyisi bütün düşünce baskılarından sıyrılmak ama bu mümkün olmuyor yine de. Tabi bir yandan da manzaranın güzelliği büyülüyor beni. Bütün sıkıntıları karla eritmek güzel olurdu başarabilene. Bulut analarından doğan kar taneleri adeta “Dünya bir doğuş bir de ölüştür” demek istiyor  bize. Yağan kar taneleri “Doğanın işi ölmek, gelenin işi gitmektir” diyorlar sanki. Bu da bana ayrılığı hatırlattı. Ayrılık.. Dünyadan ayrılık.. Sevdiklerimizden ayrılık.. Madem ki faniyiz, her şey fanidir öyleyse neden sevdiklerimizi üzüyoruz? Neden nokta kadar menfaat için virgül kadar eğiliyoruz? Neden haksız kazançlarla insanların ahlarını alıyor ahiret dünyamızı karartıyoruz? Madem ki bu hayat bir kar tanesini yere inmesi kadar kısa öyleyse neden sevdiklerimize sevgilerimizi belli ederek daha güzel bir hayat için gayret sarf etmiyoruz? Neden sevgilerimizi gizleyip kendi iç kabımızda yaktığımız ateşte ilelebet yanmayı yeğliyoruz? Neden sevdiklerimize onları sevdiğimizi belli etmiyor, onları görmezden geliyoruz. Hep susuyor ve kalbimizi susturuyoruz? Halbuki duyguları belli etmezsek sevdiklerimiz onu algılayamazlar değil mi? Çok basit kaygılar değil mi vuslatı zorlaştıran? Bizler maalesef kendi düşüncelerimizle oluşturmuş olduğumuz kötü senaryolarla kendimizi sanal bir hapishaneye mahkum ediyoruz. Ama buz gibi kar taneleri bile vuslatına erebilmeleri için birbirleri ile yarış içindeler. Yere kavuşur kavuşmaz bir çoğu aşkından eriyor veya özlemini çektiği toprağı sarmalıyor. Vuslat töreninde toprağın giydiği ak bir gelinlik oluyorlar yağdıkça dağların üzerine. Seher vakti ılık bir havada yağan kar tanelerini izliyorum perdeleri sıyrılmış köy penceresinden.. Kar taneleri daha da irileşti şimdi. Yeryüzü artık ak gelinliğini kuşandı. O soğuk buluşmanın aslında sıcak bir buluşma olduğunu düşünüyorum yeryüzü için. Vuslatın verdiği sevinçle ısınıyor toprak ve bu sevinçle ak gelinliklere dolanıyor. Şükrediyorum Rabbime ki bu nimeti her sene daim eyler üzerimize. Doğa gözlerimle oluşan eşsiz ihtişam ile ısınıyor ve sıcak bir gönül iklimi yaşıyor yeryüzü. Bu ihtişamın deruni havasında kaybolmuşken demlenen çayın o güzel rayihasıyla uyanıyorum. Subhanallah!! Çay bile kendi dili ile vuslata erebilmek için davet gönderiyor bana. Yeniden anlıyorum ki her varlığın kendine özgü bir dili var. Peki neden bazı insanlar bir çay kadar olamazlar? Neden vuslatları için konuşup gayret göstermezler? Neden sevgilerini saklarlar? Neden vuslatı düşünmezler? Şayet eşler ayrılmak için gösterdikleri çabayı mutluluk için göstermiş olsalardı ayrılmalarına hiçbir zaman gerek bile kalmazdı.

Öte yandan neden bir çok insan vuslat manasına gelen ölümü çok soğuk bulurlar? İyi karşılanmama korkusu olabilir mi bunun sebebi?  

İşte artık kar diniyor. Vuslatı isteyenlerin treni yolcularını indirdi. Vuslata erenler erdi ermeyenler bir sonraki treni bekleyecekler. Trenler vakti gelince yine kalkacaklar ama kararsızlar için vuslata yürüyecekleri bir tren asla olmayacak.. Vuslata erenlerden olmanız niyazı ile.. Allah’a emanet olunuz..

Fikri Göncü

15/01/2010

Zaferiye Köyü

Bismillahirrahmanirrahim..
2010’a gireli 18 dakika olmuş. Hava soğuk.. Sobayı bilerek yakmadım.. Belki üşümek istedim biraz.. Kalbimin üşüdüğünü hissettiğim bir zaman diliminde varsın vücudumda üşüsün biraz.. Rahatımıza düşkünüz, biraz rahatsız olmayı istedim belki.. Biraz cezalandırmak cesedi ve ruhu.. Dünyanın gidişatından şikayetçiyiz. Acaba sorunları çözmek için gayretsiz olmamız bu konuda ki ciddiyetimizi tartışılır hale mi getiriyor?
2010’a girdik şu sıralar… 2000 kişilik bir yardım ve tel’in konvoyu Gazze yollarında.. Bütün engellemelere rağmen ısrarla Gazzeli kardeşlerimize yardım götürmek için tağuti rejimlerin kapılarını zorluyorlar. Mısır her zaman ki gibi yağ çıkarmak istiyor kendinden.. Siyonistler biraz daha beslensinler, Gazzeleliler  biraz daha açlık ve sefilliği yaşasınlar diye yol vermiyorlar vicdansızlar.. Yol vermiyor konvoya İsrailli efendilerine hizmet edebilmek için..
2010’a girdik şu sıralar… Bu gece yaptığım en güzel iş Kocaeli’deki Fatih gecesini izlememdi galiba.. Ondan sonra birkaç e-posta okumak veya bazı e-postaları paylaşmak diyebilirim.. Programdaki arkadaş biz izleyicilerine bir soru sordu: “Kapınız çalsa, kapıya vardığınızda gelenin Allah’ın Resulü olduğunu görseniz bulunduğunuz halden utanırdınız değil mi?” diye bir soru sordu.. Bu soruya “evet” ben halimden çok utanırdım diye cevap verdim. Bir an gerçek olduğunu hayal ediverdim bu ziyaretin.. Utandım halimden.                 2010’a girdik şu sıralar.. Televizyon kanalları en güzel eğlenceleri sunmak için gayret ediyor.. Yine hep eskisi gibiler.. Yine sundukları kadın, içki ve para..  Kananda çok be kardeşim. Neden bu kadar kanıyoruz? Cevap: “Çünkü biz bir kere rotayı kaybettik” mi olacak? Allah yardımcımız olsun!
2010’a girdik şu sıralar… Üşüyorum.. Gecenin 00:37’si. Varsın üşüyeyim.. Yapmadım görevlerimi.. Ömür geçip gidiyor, hala oyunda oynaştayız.. Aklıma fetih marşının mısraları geliyor.. Bu marşın sözlerini bile söylemeye yüzüm yok.. Bir enkaz ki bilmem çıkar mı bu enkazdan canlı bir nefer?

By admin

Bir cevap yazın