DOĞRU İNANÇ VE BU İNANCA AYKIRI OLAN ŞEYLER

Yazan
Abdulaziz b. Baz

Tercüme
Muhammed Şahin

İÇİNDEKİLER
Söz ve fiiller, doğru inançtan sâdır olursa kabul olunur………. 8

Doğru inançtan sâdır olmayan söz ve fiiller boşa gider……….. 8

Allah’a ortak koşanın ameli boşa gider ……………………………… 8

Îmân esasları, doğru inancın temelini oluşturur ………………. 9

Îmân esaslarının Kur’an-ı Kerîm’den delîlleri …………………..10

Îmân esaslarının sünnetten delîli …………………………………… 12

Îmân esaslarının birincisi: Allah’a îmân …………………… 13

Cinle-rin ve insanların yaratılış gâyesi …………………………… 13

Pey-gamberlerin gönderiliş gâyesi ………………………………….. 14

Allah tarafından kitaplar indirilmesinin gâyesi ……………….. 16

İbâde-tin hakikati …………………………………………………….. 16

Kur’an âyet-lerinin çoğu ibâdetin hakikatini açıklamak için inmiştir ……………………………………….. 16

Allah’ın kulları üzerindeki hakkı ………………………………… 17

İslâm’ın beş esası ……………………………………………………. 18

İslâm’ın beş büyük esasının en büyüğü ………………………… 18

Kelime-i Şehâdetin anlamı ……………………………………………. 19

Allah,kâinattaki her şeyin Rabbi’dir ……………………………….. 20

Allah, kâinattaki her şeyin Rabbi olduğuna Kur’an Kerim’den delîller ……………………………………………………… 21

Allah’ın isim ve sıfatlarına nasıl inanmamız gerekir …………………………………………………………………………. 22

Selef âlimlerinin Allah’ın isim ve sıfatları hakkındaki görüşleri …………………………………………………………………………. 23

Ehli Sünnet, Allah’ın isim ve sıfatlarına nasıl îmân etmişlerdir …………………………………………………………………………. 26

Al-lah’ın hakîm yasası nedir ……………………………………. 26

Müşebbi-he kimlerdir ve görüşleri nelerdir ………………………. 28

Allah’ın isim ve sıfatları hakkında kimler hidâyettedir………29

Îmân esaslarının ikincisi:Meleklere îmân ………………………… 30

Melek-lere nasıl îmân etmemiz gerekir ……………………………. 30

Melekle-rin görevleri nelerdir ……………………………………….. 31

Allah ve Rasûlünün isimlerini bildirdikleri melekler hangileridir ………………………….. 31

Melekler ne-den yaratılmışlardır …………………………………….. 31

Îmân esasları-nın üçüncüsü:Kitaplara îmân …………………… 32

Allah, niçin ki-taplar indirmiştir……………………………………. 32

Allah’ın kitaplar indirdiğine dâir Kur’an Kerim’den delîller ………………………………… 32

Allah’ın isimlerini bildirdiği kitaplar hangileridir ……………. 33

Kur’an-ı Kerîm’in özellikleri ………………………………………… 34

Îmân esaslarının dördüncüsü:Peygamberlere îmân………….. 36

Peygamberlere nasıl îmân etmemiz gerekir …………………….. 36

Allah, hiçbir ümmeti peygambersiz bırakmamıştır ………….. 36

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem‘den sonra kıyâmete kadar artık peygamber gelmeyeceğine dâir Kur’an Kerim’den delîl …… 37

Îmân esaslarının beşincisi:Âhiret gününe îmân ……………… 39

Âhiret gününe îmân ile ilgili inanılması gereken şeyler…….. 39

Îmân esaslarının altıncısı:Kadere îmân ……………………….. 40

Kadere îmân dört şeyi içermektedir …………………………………40

Bi-rincisi: Allah Teâlâ her şeyi bilir ………………………………… 40

İkincisi: Allah Teâlâ kader ve kazayı yazmıştır ………………… 41

Üçüncüsü:Allah Teâlâ’nın bir irâdesi vardır …………………… 42

Dördüncüsü: Allah Teâlâ bütün varlıkları yaratandır ………. 43

Îmân,dil ile ikrâr ve kalp ile tasdik ettikten sonra onu yaşamaktır ……………………….. 44

Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek, Allah için dostluk beslemek ve Allah için düşmanlık etmek de îmânın gereklerindendir …… 45

Mü’min, kimleri sever ve kimlere düşmanlık eder ………….. 45

Sahâbenin en fazîletlileri kimlerdir ………………………………. 46

Mü’minin, sahâbe hakkında-ki düşüncesi nasıl olmalıdır … 47

Râfizîler kimlerdir ……………………………………………………….. 47

Fırka-i Nâciye kimler-dir ……………………………………………. 48

Nâsibîler (Nevâsıb) kim-lerdir ……………………………………….. 48

Allah’tan başkasına ibâdet edenin özrü geçersizdir…………… 52

Günümüzdeki bâtıl ideoloji-ler, doğru inanca aykırıdır ……… 55

Günümüz müşrikler, eskile-ri iki şeyde geçtiler………………… 58

Cehmiyye kimlerdir …………………………………………………….. 59

Mu’tezile kimlerdir …………………………………………………. 59

Eş’arîler kimlerdir …………………………………………………. 60

İbâdetin farz oluşu ve Al-lah düşmanlarına gâlip gelmenin yolları ……………………………………. 62

Müslümanı İslâm’dan çıkaran haller ……………………………… 80

Birinci-si:İbâdette bir şeyi Allah’a ortak koşmak ……………….. 81

İkinci-si:Allah ile kendisi arasına aracılar koymak ……………..82

Üçün-cüsü:Müşrikleri kâfir saymayan, onların kâfir oldukların-dan şüphe eden veya onların izledikleri yolun doğru olduğunu söy-lemek …………………………………………………………………….. 82

Dördün-cüsü:Tâğûtların hükmünü üstün görmek ……………. 82

Beşinci-si:Peygamberin getirdiği bir şeye buğzetmek ………… 84

Altıncı-sı: İslâm dîninden bir şeyle alay etmek ………………….. 84

Yedinci-si: Büyü yapmak ……………………………………………….. 85

Sekizinci-si: Müslümanlara karşı kâfirleri desteklemek ………. 86

Doku-zuncusu:Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in dîninden başka bir dîne uymanın câiz olduğuna inanmak………………. 86

Onun-cusu: Allah’ın dîninden yüz çevirmek ……………………. 87

Hamd, yalnızca Allah’adır.Salât ve selam, kendisinden sonra Peygamber gelmeyecek olan Mu-hammed’e, âilesine ve ashâbına olsun.
Doğru İnanç, İslâm dîninin aslı ve şeriatın esâsı olunca, konferans konusunun bu olmasını uygun gördüm.
Kur’an ve sünnetten şer’î delillerle sâbittir ki söz ve fiiller, doğru inançtan sâdır olursa, geçerli olur ve kabûl görür.Eğer inanç doğru olmazsa, bu doğru olmayan inançtan sâdır olan söz ve fiiller de boşa gider.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                      [سورة المائدة من الآية :5]  

“Her kim,îmânı(n esaslarını) inkâr ederse, ameli boşa git-miştir.Ve o âhirette hüsrana uğrayanlardan olacak-tır.”
Başka bir âyette şöyle buyurmaktadır:

                            [سورة الزمر الآية :65]  

“(Ey Muhammed!)Sana ve senden önceki peygamber-lere şöyle vahyedildi:Allah’a (başkasını) ortak koşarsan muhakkak ki amelin boşa çıkar.(Dünya ve âhirette he-lak olup) hüsrana uğrayanlardan olursun.”
Bu anlamda pek çok âyet vardır.Allah’ın apa-çık kitabı Kur’an-ı Kerîm ve O’nun emîn elçisinin-Rabbinden en faziletli salat ve selam O’nun üzerine olsun– sünnetinin gös-terdiği gibi “Doğru İnanç”, Allah’a, meleklerine, ki-taplarına, peygamberlerine, âhiret gününe,kaderin hayır ve şerrine îmân etmek şeklinde özetlenmektedir.
Allah’ın azîz kitabı Kur’an ile indirdiği ve elçisi Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem- ile gönderdiği bu altı esas, doğru inancın temelidir. Îmân edilmesi gereken gayba ilişkin şeylerle Allah ve Rasûlünün haber ver-diği her şey, bu altı esastan çıkmaktadır.Kur’an ve sünnette bu altı esasın delilleri pek çoktur.
Bunlardan bazıları şunlardır:

                                    [سورة البقرة من الآية :177]  

“Allah katında, (namazda iken Allah’ın emri olmadan) doğu veya batıya yönelmeniz iyilik değildir.İyiliğin her türlüsü, o kimsenin yapmış olduğu iyiliktir ki Allah’a, âhiret gününe,meleklere,kitaplara ve peygamberlere îmân eder.”

                            [سورة البقرة من الآية :285]  

“Rasûl (Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-) Rabbinden in-dirilene îmân etti.Müminler de îmân ettiler.Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygam-berle-rine îmân ettiler.”

                                                         [سورة النساء الآية :136]  

“Ey îmân edenler! (Kesin olarak îmân ettiğiniz) Al-lah’a ve Rasûlüne ve daha önce indirdiği kitaplara îmân etme-ye devam edin.Her kim Allah’ı, meleklerini, (insanlığın hidâyeti için indirmiş olduğu) kitapları, (risâlet görevini tebliğ etmek için seçtiği) peygamberle-rini ve (ölümden sonra hesaba çekilecekleri) âhiret gü-nünü inkâr ederse, hiç şüphe yok ki (dinden çıkmış ve) hak yoldan uzaklaşmış olur.”

                                     [سورة الحج الآية :70]  

“(Ey Muhammed!) Allah’ın gökte ve yerde ne varsa hepsini tam olarak bildiğini ve bunları bir kitaba (Levh-i Mahfûz’a) kaydettiğini bilmez misin? Hiç şüp-he yok ki bunu bilmek, Allah’a çok kolaydır.”
Bu esaslara delil teşkil eden hadislere gelince, bunlar çoktur.Müminlerin emiri Hz. Ömer’den-Allah ondan râzı olsun- İmâm Müslim’in rivâyet ettiği meşhûr hadis bunlardandır.Bu hadiste Cebrail-aleyhisselâm-,Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’e îmân hakkında soru sormuş, o da ona şöyle cevap vermişti:

(( اَلإِيماَنُ أَنْ تُؤْمِنَ باِللهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ اْلآخِرِ وَتُؤْمِنَ باِلْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ )) [ رواه البخاري و مسلم ]
“Îmân;Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberle-rine, âhiret gününe, kaderin hayır ve şerrine îmân et-mendir.”
Allah Teâlâ’ya, âhiret gününe ve diğer gayba ilişkin konularda her müslümanın îmân etmesi gere-ken şeylerin hepsi, bu altı esastan türemektedir.

    

  1. ALLAH’A ÎMÂN

Allah Teâlâ’ya îmân etmek; O’ndan başka ibâdete lâyık hak ilâhın olmadığına inanmak demek-tir.Çünkü kulları yaratan, onlara iyilikte bulunan, rızık veren,onların gizli açık her şeylerini bilen, emrine itaat edenleri mükafatlandırmaya ve karşı gelenleri ceza-landırmaya gücü yeten O’dur. Allah Teâlâ, cinleri ve insanları kendisine ibâdet etmeleri için yaratmış ve onlara böyle yapmalarını emretmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                                                [سورة الذّاريات الآيـات :56-58]  

“Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.Ben, onlardan ne bana bir rızık vermele-rini, ne de beni doyurmalarını istiyorum.Şüphesiz ki (kullarına) rızık veren, güç ve kuvvet sahibi ancak Al-lah’tır.”

                                                                     [سورة البقرة الآيتان :21- 22]  

“Ey insanlar!Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbini-ze ibâdet edin.Umulur ki muttakîlerden olursu-nuz.Yeryü-zünü (kolay hayat sürmeniz için) bir döşek, gökyüzünü de sağlam bir bina şeklinde yaratan, bulut-lardan yağmur yağdırıp (yerden renk renk) meyveler ve (çeşit çeşit) bitkileri sizlere rızık olarak veren O’dur.O halde, (Allah’ın yaratan, rızık veren ve yegâne ibâdet edilmeye lâyık olduğunu) bildiğiniz hal-de O’na hiç kimseyi denk tutmayın.”
Allah Teâlâ, kulları üzerindeki bu hakkı açıkla-yıp ona dâvet etmek ve buna aykırı hareket etmek-ten sakındırmak için peygamberler göndermiş ve ki-taplar indirmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:

                      [سورة النحل الآية :36]  

“Şüphesiz ki biz, (geçmişte) her ümmete bir peygam-ber gönderdik (ve ona şöyle söylemesini emrettik): ‘Yalnızca Allah’a ibâdet edin ve Tâğûta ibâdet etmek-ten sakının.”

                              [سورة الأنبياء الآية :25]  

“(Ey Muhammed!) Senden önce hiçbir peygamber gön-dermedik ki ona;¬¬ ‘Benden başka hakkıyla ibâdet edilecek ilâh yoktur.O halde yalnızca bana ibâdet edin’ diye vahyetmiş olmayalım.”

                                                                           [سورة هود :1-2]  

“(Allah tarafından Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’e in-dirilen bu) kitabın âyetleri (her türlü düzensizlik ve bâtıl şeylerden korunup) sağlamlaştırılmıştır.Sonra da hakîm ve her şeyden haberdâr olan Allah tarafından (emir ve yasaklar, helâl ve haram olan şeyler) açıklan-mıştır. (Kur’an’ın indirilmesi, ahkâmının geniş bir şe-kilde açıklanması ve âyetlerinin sağlamlaştırılması) Allah’tan başkasına ibâdet etmemeniz içindir.(Ey in-sanlar!) Şüphesiz ki ben, size (Allah tarafından gönde-rilmiş, sizi onun azabından uyaran) bir uyarıcı ve (onun sevabını müjdeleyen) bir müjdeleyiciyim.”
Bu ibâdetin hakîkati;kulun duâ etmek,korkmak, ümit etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, kurban kesmek ve adak adamak gibi ibâdetleri, Allah Teâlâ’ya tam bir sevgi ile birlikte O’nun azametine boyun eğerek ondan korku ve istek içinde, O’nun büyüklüğüne tazim göstererek edâ etmesidir.
Kur’an-ı Kerîm’de birçok âyet bu büyük esası açıklamak için inmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                                                            [سورة الزمر من الآيتين :2-3]  

“(Ey Muhammed!) Yalnızca Allah’a ibâdet ederek di-nin hepsini ona hâlis kıl.İyi bil ki (şirkten uzak tam bir) itaat, ancak Allah içindir.”

           [سورة الإسراء من الآية :23]

“(Ey insan!) Rabbin yalnızca kendisine ibâdet etmenizi kesin bir şekilde emretti.”

                                                                     [سورة غافر الآية :14]  

“(Ey müminler!) Kâfirlerin hoşuna gitmese de (onlara aldırmadan ve onların izledikleri yola aykırı hareket ederek) ibâdeti yalnızca Allah’a yapın.”
Muâz b. Cebel’den-Allah râzı olsun- rivâyet olundu-ğuna göre, Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle bu-yurmuştur:

((حَقُّ اللهِ عَلىَ الْعِباَدِ أَنْ يَعْبُدُوهُ وَلاَ يُشْرِكوُا بِهِ شَيْئاً ))
[ متفق عليه ]
“Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, yalnızca O’na ibâdet etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamaları-dır.”
Yine,Allah Teâlâ’nın kullarına farz kıldığı İslâm’ın beş şartına (esasına) inanmak da Allah Teâlâ’ya îmândandır.

İslâm’ın beş esası şunlardır:

  1. Allah’tan başka hakkıyla ibâdet edilecek hiçbir ilâhın olmadı-ğına ve Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in Allah’ın elçisi olduğuna şehâdet etmek.
  2. Namazı (gereği gibi ve vaktinde) kılmak
  3. Zekâtı (hak edene) vermek.
  4. Ramazan ayında oruç tutmak.
  5. Gitmeye gücü yeten kimse için (ömürde bir defa olmak üzere) hac yapmaktır.
    Bundan başka İslâm’ın getirdiği emir ve yasak-ları yerine getirmek de Allah Teâlâ’ya îmândandır.
    Bu esasların en önemlisi ve en büyüğü; Al-lah’tan başka hakkıyla ibâdet edilecek hiçbir ilâhın olmadığına ve Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in Al-lah’ın elçisi olduğuna şehâdet etmektir.
    Kelime-i Şehâdet dediğimiz, Allah’tan başka hakkıyla ibâdet edilecek hiçbir ilâhın olmadığına ve Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in Allah’ın elçisi oldu-ğuna şehâdet etmek; ibâdetin yalnızca Allah’a hâlis kılınması ve Allah’tan başkasına yapılma-masını ge-rektirir.İşte “Lâ ilâhe illallah”ın anlamı budur.“Lâ ilâhe illallah”, Allah’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yok demektir. Allah’tan başka ibâdet edilen insan, melek veya cin gibi her şey, bâtıl ilâhtır. İbâdete lâyık yegâne ilâh ise, yalnızca Allah’tır.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                         [سورة الحج من الآية :62]  

“Böyledir.Çünkü Allah, hakkın tâ kendisidir. (Müşrik-lerin) kendisine ibâdet ettikleri O’nun dışındaki şey ise (hiçbir fayda veya zararı olmayan) bâtılın tâ kendisi-dir.”
Daha önce de açıklandığı gibi, Allah Teâlâ cinleri ve insanları bu önemli esas için yaratmış, onla-ra bu esası yerine getirmelerini emretmiş, bunun için peygamberler gönderip kitaplar indirmiştir.Bu önemli esası iyice düşünecek olursan, birçok müslümanın bu büyük esası bilmediğinden dolayı Allah Teâlâ ile bir-likte başkasına ibâdet ettiğini, yalnızca Allah Teâlâ’ya yapılması gereken ibâdeti başkalarına yap-tıklarını görürsün.Bu durumu ancak Allah’a şikâyet edebilirim.
Allah Teâlâ’nın âlemi yaratan, yarattıklarının iş-lerini çekip çeviren, ilmi ve kudretiyle dilediği gibi ha-reket eden, dünya ve âhiretin sahibi, bütün âlemlerin Rabbi olduğuna, O’ndan başka bir yaratıcı olmadı-ğına ve O’nun dışında Rab bulunmadığına, kullarını ıslah etmek, onları dünya ve âhirette kurtuluşa erdirip saadete kavuşmalarını sağlamak için peygamberler gönderip kitaplar indirdiğine ve bunların hiçbirisinde O’nun ortağı bulunmadığına inanmak da Allah Teâlâ’ya îmândandır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                                                                    [سورة الزمر الآية :62]  

“Allah, her şeyi yaratandır.O, her şeyi gözetleyip koruyandır.”

                                                                          [سورة الأعراف الآية :54]  

“(Ey insanlar!) Rabbiniz O Allahtır ki gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra (celâl ve azametine yaraşır bir şekilde) arşa istivâ eden, geceyi gündüzün üzerine elbise gibi giydirip gündüzün aydınlığını kaybettiren, gece ile gündüzün birbirini sürekli ve hızlı bir şekilde takip etmesini sağlayan, güneşi, ayı ve yıldızları emri-ne boyun eğmiş bir şekilde yaratandır.Biliniz ki yarat-ma ve emretme O’na âittir.Âlemlerin Rabbi olan Allah, (her türlü noksanlıklardan) münezzehtir.”
Allah Teâlâ’nın azîz kitabında haber verildiği ve O’nun emîn elçisi Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’den sabit olduğu üzere tahrif etmeden, boşa çıkar-madan, keyfiyetini değiştirmeden ve hiçbir şeye ben-zetmeden Allah’ın güzel isimleriyle yüce sıfatla-rına inanmak da Allah Teâlâ’ya îmândandır.
Bilakis nasıl olduğunu sormadan,bunları oldu-ğu gibi kabul edip büyük anlamlara delâlet eden Allah’ın sıfatlarına îmân etmek gerekir. O’nu yarattık-larının sıfatlarına benzetmeden ve kendisine yaraşır şekilde bu yüce sıfatlarla vasfetmek gerekir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                                                                        [سورة الشورى من الآية:11]  

“(Zâtı, isim, sıfat ve fiillerinde yarattıklarından) O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.O, hakkıyla işiten ve görendir. (Kullarının yaptıkları ve söyledikleri hiçbir şey, O’na gizli-saklı kalmaz.)”

                                                                               [سورة النحل الآية:74]  

“(Ey insanlar!) Allah’a birtakım benzerler icât etme-yin. (Yarattıkları şeyleri Allah’a benzetip ibâdette O’na ortak koşmayın).Çünkü Allah, (yaptığınız her şeyi) bilir, siz ise (bundan gâfil olarak yapmakta oldu-ğunuz hatalarınızı ve kötü akibetinizi) bilemezsiniz.”
Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbıyla onlara güzel bir şekilde tâbi olanların sahip olduğu ehli sün-net vel-cemaat inancı, işte bu inançtır.
İmam Ebul-Hasen Eşari’nin-Allah ona rahmet etsin- “el- Makâlât an Ashâbil-Hadîsi ve Ehlis-Sünneh” adlı kitabında naklettiği inanç da budur.İlim ve îmân ehlinden bazı-ları da bu inancı nakletmişlerdir.
İmam Evzâî-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:
“Zührî ve Mekhûl’a Allah’ın sıfatlarıyla ilgili âyetler sorulduğunda; “O âyetleri olduğu gibi (tevil-siz) kabul edin” demişlerdir.
Velid b. Müslim-Allah ona rahmet etsin- de şöyle der:
“Mâlik,Evzâî,Leys b.Sa’d ve Süfyân Sevri’ye-Allah onlara rahmet etsin- Allah’ın sıfatlarıyla ilgili olarak rivâyet edilen hadîsler sorulduğunda hepsi de; “Keyfiyetsiz, olduğu gibi kabul edin.” demiştir.
İmam Evzâî-Allah ona rahmet etsin- de şöyle der:
“Bizler, tâbiînin çok olduğu bir dönemde “Allah arşının üzerindedir,der.Hadislerde haber verilen Al-lah’ın sıfatlarına inanırdık.”
İmam Mâlik’in hocası Rabia b. Ebî Abdirrah-man’a-Allah ona rahmet etsin- istivâ hakkında sorulduğunda, o şöyle demiştir:
“İstivâ meçhul değil (yani bilinmektedir), keyfi-yeti (nasıl olduğu) bilinmez, risâlet (elçilik görevi) Al-lah tarafından verilir. Elçinin görevi tebliğ etmek, bize düşen ise tasdik etmektir.”
İmam Mâlik’e-Allah ona rahmet etsin- aynı şey soruldu-ğunda o şöyle demiştir:
“İstivâ bilinmektedir, keyfiyeti ise bilinmemekte-dir. Ona îmân etmek farz, onun hakkında soru sormak ise bid’attır.” Daha sonra kendisine bu soruyu sorana “seni kötü birisi olarak görüyorum” der ve huzurun-dan çıkarılmasını emreder.
Müminlerin annesi Ümmü Seleme’den de-Allah on-dan râzı olsun- bu anlamda hadis rivâyet etmiştir.

İmam Ebû Abdurrahman b. Mübârek-Allah ona rah-met etsin- şöyle der:
“Bizler, Rabbimiz Allah Teâlâ’yı göklerin üstün-de, arşının üzerinde yarattıklarından tamamen ayrı biliriz.”
İmamların bu konudaki sözleri çoktur.Ancak bunların hepsini buraya nakletmek mümkün değil-dir.Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyen, hadîs âlimlerinin yazdıkları eserlere başvurabilir.
İmam Ahmed’in oğlu Abdullah’ın “Sünneh” ki-tabı, büyük imam Muhammed İbn-i Huzeyme’nin “Tevhid” kitabı, İmam Ebul-Kasım Lalkâî Taberî’nin “Sünneh” adlı kitabı, Ebû Bekir b. Ebî Âsım’ın “Sünneh” kitabı ile Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye’nin “Hama Halkı-na Cevap” bu eserlerdendir.Şeyhulislâm İbn-i Teymiy-ye’nin bu eseri, çok büyük ve çok faydalıdır.


Zirâ Şeyhulislam İbn-i Teymiyye-Allah ona rahmet etsin- ehli sünnet inancını bu cevapta açıklamış, ehli sünnet âlimlerinin birçok sözüyle bu sözlerin doğruluğunu gösteren, muhâliflerinin de sözlerinin yanlışlığını kanıt-layan birçok şer’i ve aklı delilleri nakletmiş-tir.“Tedmuriyye” adlı risâlesi de böyledir.Bu risâlede naklî ve aklî delîllerle ehli sünnet inancını detaylı bir şekilde açıklayarak muhaliflerine de öyle cevaplar vermiştir ki bu açıklamalar,gerçeği öğren-mek ama-cıyla iyi bir niyetle okuyanlara gerçeği gösterip bâtıla galip gelir.Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatları konusunda ehli sünnete aykırı hareket eden herkes, naklî ve aklî delillere de ters düşer, kabul ettiği veya reddettiği şeylerin hepsinde çelişkiye girer.


Ehli sünnet vel-cemaat, Allah Teâlâ’nın kitabın-da kendisi hakkındaki sabit kıldığı veya Rasûlü Mu-hammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in sahîh sünnetinde Allah için belirttiği sıfatları, hiçbir şeye benzetmeden aynen kabul etmiş, Allah’ı yarattıklarına benzet-mekten ten-zih ederek sıfatlarını hükümsüz bırakmak-tan kaçın-mış, böylece çelişkiye düşmekten kurtulup her işlerin-de delîllerle hareket etmişlerdir.İşte bu, Allah’ın peygamberleri ile gönderdiği hakka sımsıkı sarılan, bu uğurda bütün gayretini sarfeden, kendisini doğruyu bulma ve huccetini göstermede Allah’tan muvaffak kılmasını isteyen için Allah’ın hakîm yasasıdır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:

                           [سورة الأنبياء الآية :18]  

“Bilakis biz, hakkı bâtılın üzerine kuvvetli bir şekilde atarız da hak bâtıla üstün gelir ve bâtıl yok olur.”

                                                                 [سورة الفرقان الآية :33]  

“(Ey Muhammed!) Müşriklerin getirdiği her hüccet (veya şüpheye) karşılık mutlaka biz de ona gerçek cevabı en güzel bir şekilde açıklayarak veririz.”

                                [سورة الأعراف من الآية :54]  

“(Ey insanlar!) Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra (celal ve azametine yaraşır bir şekilde) arşın üzerine istivâ eden Allah’tır.”
Hafız İbn-i Kesîr-Allah ona rahmet etsin- meşhûr tefsîrinde bu âyeti tefsîr ederken güzel bir söz söyle-miştir.Bu konuda büyük faydası olacağını düşünerek metni buraya nakletmeyi uygun gördük.
İbn-i Kesîr-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:
“Bu konuda insanlar gerçekten çok şeyler söylemişler-dir. Burası, bu sözleri tekrar zikretmeye uygun değil-dir.Bu konuda, İmam Mâlik, Evzâî, Sevrî, Leys b. Sa’d, Şâfiî, Ahmed, İshak b. Râheveyh gibi eski ve yeni selefi sâlih imamlarının izlediği yolu izleriz.Bu yol, bize bildirildiği gibi, Allah’ın sıfatlarını keyfiyetsiz (na-sıl olduğuna bakmadan) teşbihsiz (hiçbir şeye benzet-meden) ve anlam-larını boşa çıkarmadan olduğu gibi kabul etmektir. Müşebbihe’nin zihinlerine gelen zâhirî anlam, Allah’tan uzaktır.Çünkü, yarattıklarından hiç-bir şey Allah’a benzemez.”
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                                                                        [سورة الشورى من الآية:11]  

“(Zâtı, isim, sıfat ve fiillerinde yarattıklarından) O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.O, hakkıyla işiten ve görendir. (Kullarının yaptıkları ve söyledikleri hiçbir şey, O’na gizli-saklı kalmaz.)”
İmam Buhârî’nin hocası Nuaym b. Hammâd Huzâî gibi imamlar:
“Allah’ı yarattıklarına benzeten ve Allah’ın ken-disini vasfettiği şeyleri inkâr eden kimse, kâfir olur.” demişlerdir.
Allah Teâlâ’nın kendisini vasfetmesiyle elçisi Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in O’nu vasfetmesinde hiçbir teşbih yoktur.Açık âyetlerle sahîh hadislerde bildirilenleri, Allah’ın celâline yaraşır bir şekilde kabul eden ve Allah’tan her türlü noksanlıkları reddeden kimse hidâyet yoluna girmiştir.

    

  1. MELEKLERE ÎMÂN

Meleklere îmân etmek; onlara özet ve ayrıntılı olarak îmân etmeyi içerir.Bir müslüman, Allah’ın me-lekleri olduğuna, onları kendisine itaat etmeleri için yarattığına ve Allah’ın onları vasfettiği gibi olduğuna inanır.
Nitekim Allah Teâlâ onları şöyle vasfetmektedir:

                                                    [سورة الأنبياء من الآيـات :26-28]  

“Onlar (melekler) Allah’a yakın kullardır.Allah, onlara birşey söylemeden veya emretmeden konuşmaz-lar.Onlara emrettiği zaman da hemen emrine itaat ederek yerine getirirler.Onların yaptıklarını (da yapa-caklarını) ancak Allah bilir.Onlar ancak Allah’ın râzı olduğu kimselere şefaat ederler ve onlar, (Allah’ın hile-sinden emin olmadıklarını bilerek) ondan korkarlar.”
Melekler çoktur.Onlardan kimisi Allah Teâlâ’nın arşını taşımakla,kimisi cennet ve cehennem bekçiliği yapmakla, kimisi insanların amellerini kaydetmek, kimisi de bu amelleri korumakla yükümlüdürler.
Bizler, Allah Teâlâ ve O’nun elçisinin isimlerini bildikleri meleklere detaylı olarak inanırız.
Bu meleklerden bazıları şunlardır:
Cebrail, Mîkâîl, cehennem bekçisi Mâlik ve sa-hih hadislerde bildirildiği üzere sûra üflemekle yüküm-lü olan İsrafil’dir.
-Allah’ın selâmı hepsinin üzerine olsun-.
Meleklerin isimleri bazı sahîh hadîslerde bildiril-miştir.Hz. Aişe’den-Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

(( خُلِقَتِ الْمِلاَئِكَةُ مِنْ نُورٍ وَخُلِقَ الْجاَنُّ مِنْ ماَرِجٍ مِنْ ناَرٍ وَخُلِقَ آدَمُ مِماَّ وُصِفَ لَكُمْ )) [ رواه مسلم ]
“Melekler nurdan, cinler alevden, Âdem-aleyhisselâm- da size vasfedilen şeyden (kurumuş çamurdan) yaratıl-dı.”

    

  1. KİTAPLARA ÎMÂN

Allah Teâlâ’nın insanlar üzerindeki hakkını açık-lamak ve buna dâvet etmek için peygamberlerine kitaplar indirdiğine özet olarak îmân etmek gerekir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                      [سورة الحديد من الآية :25]  

“Andolsun ki biz, elçilerimizi apaçık delîllerle gönder-dik ve insanlar adâleti ayakta tutsunlar diye onlarla birlikte Kitab’ı ve Mîzân’ı indirdik.”

                                      [سورة البقرة من الآية :213]  

“İnsanlar, tek bir ümmet idi.(Allah’a îmânda ittifak halindeydiler. Sonra dînlerinde ihtilafa düştü-ler).Bunun üzerine Allah (insanları Allah’ın dînine dâvet eden ve O’na itaat edeni cennetle) müjdeleyen ve (Allah’ı inkâr edeni veya emrine karşı geleni cehen-nemle) uyaran peygamberler gönderdi.İnsanlar ara-sında anlaşmazlığa düştükleri konularda hükmetmeleri için onlarla birlikte hak olarak kitaplar indirmiştir.”
Allah Teâlâ’nın isimlerini bildirdiği, Tevrât, İncil, Zebûr ve Kur’an-ı Kerîm gibi kitapların hepsine ayrı ayrı îmân ederiz.Kur’an-ı Kerîm, bu kitapların en fazîletlisi ve sonuncusu, hepsini kontrolü altına alan, bunlara hükmeden ve bunları doğrulayan kitaptır. Kur’an-ı Kerîm, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünneti ile birlikte bu ümmetin hepsinin ona uyup, hayatın her safhasında uygulaması gereken bir kitaptır. Çün-kü Allah Teâlâ, Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’i insan-larla cinlerin hepsine birden peygamber olarak gön-dermiş, aralarında onunla hükmetmesi için de ona Kur’an-ı Kerîm’i indirip, onu gönüllerdeki dertlere şifâ, her şeyi açıklayan, mü’minler için bir hidâyet ve
rahmet kılmıştır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                 [سورة الأنعام الآية :155]  

“(Muhammed’e) indirdiğimiz bu (Kur’an), öyle bir kitaptır ki onun hayır ve bereketi pek çoktur.O halde onun (emir ve yasaklarına) uyun.(Allâh’ın emirlerine karşı gelmekten) korkun.Umulur ki merhamet olunur-sunuz.”

                    [سورة النحل الآية :89]  

“(Ey Muhammed!) Her şeyi açıklaması, (dalâletten çıkarıp) hidâyete iletmesi, (tasdik edene) rahmet olması ve mü’minlere de (güzel sonlarını) müjdelemesi için sana Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik.”

                                                                [سورة الأعراف الآية :158]  

“(Ey Muhammed!) De ki: Ey insanlar! Şüphesiz ki ben, hepinize birden gönderilmiş, göklerin ve yerin sa-hibi Allah’ın elçisiyim. O’ndan başka hakkıyla ibâdet edilecek hiçbir ilâh yoktur.O, diriltir ve öldürür.O hal-de, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan, okuma-yazma bilmeyen peygamber olan Rasûlüne îmân edin. O’na uyun ki kurtuluşa eresiniz.”
Bu anlamda pek çok âyet vardır.

    

  1. PEYGAMBERLERE ÎMÂN

Peygamberlere özet ve ayrıntılı olarak îmân etmek gerekir.Allah Teâlâ (kendisine itaat eden) kul-larını cennetle müjdelemek, (kendisini inkâr edeni veya kendisine karşı gelenleri de cehennemle) uyar-mak ve insanları hakka davet etmek için peygam-berler gönderdiğine îmân ederiz.Peygam-berlerin çağrısına uyanlar cenneti kazanmış, onlara aykırı ha-reket edenler ise hüsrana uğrayıp pişman olmuşlardır.
Peygamberlerin sonuncusu ve en faziletlisi, Peygamberimiz Abdullah oğlu Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’dir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                      [سورة النحل من الآية :36]  

“Şüphesiz ki biz, (geçmişte) her ümmete bir peygam-ber gönderdik (ve ona şöyle söylemesini emrettik): ‘Yalnızca Allah’a ibâdet edin ve Tâğûta ibâdet etmek-ten sakının.”

                               [سورة النساء من الآية :165]  

“İnsanların (kıyâmet gününde) peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir özür beyân etmemeleri için (sevâbımı) müjdelemek ve (azabımdan da) sakındırmak için peygamberler (gönderdik).”

                        [سورة الأحزاب من الآية :40]  

“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirisinin babası değildir.Ancak O, Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur.”

Nûh,Hûd, Sâlih, İbrahîm ve diğerleri gibi Al-lah’ın isimlerini zikrettiği veya elçisi Muhammed-salllallahu aleyhi ve sellem-’in adlarını belirttiği peygamberlere ayrı ayrı îmân ederiz.
-Allah’ın en değerli salât ve en temiz selâmı, onların ve bizim Peygamberimiz Muham-med-sallallahu aleyhi ve sellem-’in üzerine olsun-.

    

  1. ÂHİRET GÜNÜNE ÎMÂN

Allah Teâlâ ve elçisi Muhammed-salllallahu aleyhi ve sellem-’in haber verdiği, ölümden sonraki kabir fitnesi, kabir azabı ve nimetleri, kıyâmet gününün dehşeti, sırat köprüsü, amellerin tartılacağı terazi (mîzân), amellerin karşılığı olan cezâ veya mükâfat, amel def-terlerinin insanların arasında yayılması, kiminin amel defterini sağından, kiminin solundan, kiminin de ar-kasından alacak olması gibi şeylere inanmak, âhiret gününe îmân etmeye girer.
Yine, Peygamberimiz Muhammed-salllallahu aleyhi ve sellem-’e verilen havuza,cennet ve cehenneme, mü’minlerin cennette Rablerini göreceklerine, Rable-rinin onlarla konuşacağına, Kur’an-ı Kerîm ve sahîh hadislerde Rasûlullah-salllallahu aleyhi ve sellem-’den âhiret günü ile ilgili haber verilen diğer şeylerin hepsine bir-den inanmak da âhiret gününe îmân etmeye girer ki, bunları Allah Teâlâ ve elçisi Muhammed-salllallahu aleyhi ve sellem-’in açıkladığı gibi tasdik edip îmân etmek gere-kir.

    

  1. KADERE ÎMÂN

Kadere îmân, dört şeyi içerir:
Birincisi:
Allah Teâlâ, olmuş ve olacak şeyleri, kullarının hallerini, onların rızıklarını, ecellerini, amellerini ve bu-nun dışında kullarının her şeyini bilir.Bu sayılanlar-dan hiçbir şey, Allah Teâlâ’ya gizli-saklı kalmaz.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

          [سورة العنكبوت من الآية :62]

“Şüphesiz ki Allah, her şeyi en iyi bilendir (hiçbir şey O’na gizli-saklı kalmaz.)”

                              [سورة الطلاق من الآية :12]  

“(Ey insanlar!) Bilesiniz ki Allah, her şeye kâdirdir ve her şeyi ilmiyle kuşatmıştır.(Hiçbir şey onun bilgisi dışına çıkamaz.)”
İkincisi:
Allah Teâlâ’nın kader ve kazayı (Levh-i Mahfûz’da) yazmış olduğuna îmân etmektir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                                                                         [سورة ق الآية :4]  

“Biz, yerin (toprağın) onların bedenlerinden neleri ek-silttiğini kesinlikle biliriz.Yanımızda (tahrif edilmekten ve değişikliğe uğratılmaktan) korunmuş bir kitap var-dır.”

            [سورة يس من الآية :12]

“Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da) saymışızdır.”

                                    [سورة الحج الآية :70]  

“(Ey Muhammed!) Gökte ve yerde ne varsa, Allah’ın hepsini bildiğini (ve bunu Levh-i Mahfûz’a kaydettiği-ni) bilmez misin? Şüphesiz ki bunu bilmek, (hiçbir şe-yin kendisini aciz bırakamadığı) Allah’a çok kolay-dır.”
Üçüncüsü:
Allah Teâlâ’nın, yerine getirilen ve uygulanan bir irâdesi olduğuna, dilediği şeyin olduğuna, dileme-diği şeyin olamayacağına îmân etmektir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

          [سورة الحج من الآية :18]

“Şüphesiz ki Allah, (hikmeti gereği yarattığı şeylerde) dilediğini yapar.”

                                                                     [سورة يس الآية :82]  

“O’nun (Allah) işi,bir şeyi istediğinde ona “ol” der, o da hemen oluverir.”

                                                                   [سورة التكوير الآية :29]  

“Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz hiçbir şey dileyemezsiniz.”
Dördüncüsü:
Allah Teâlâ’nın bütün varlıkları yarattığına, O’ndan başka hiçbir yaratıcı ve Rab olmadığına îmân etmektir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                                                                    [سورة الزمر الآية :62]  

“Allah, her şeyi yaratandır.O, her şeyi gözetleyip ko-ruyandır.”

                                            [سورة فاطر الآية :3]  

“Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırla-yın. Sizin için gökten (yağmur yağdırıp) ve yerden (maden ve buna benzer şeyleri çıkarıp) rızık veren Al-lah’tan başka bir yaratıcı mı var?O’ndan başka hakkı ile ibâdet edilecek hiçbir ilâh yoktur.O halde nasıl olu-yor da (O’nu birle-ekten ve O’na ibâdet etmekten) sap-tırılıyorsunuz.”
Bid’at ehli bazı kimselerin bu konulardan bazı-larını inkâr etmelerine rağmen ehli sünnet vel-cemaat anlayışına göre kadere îmân, bu dört esası içermek-tedir.
Îmân, dil ile ikrâr edip kalp ile tasdik ettikten sonra, inandığını amelî olarak yaşamak olduğuna, Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmekle îmânın artacağına, mirlerini yerine getirmemekle azalaca-ına, şirk ve küfür dışında, zinâ, hırsızlık, faiz yemek, sarhoşluk verici şeyleri içmek, ana-babaya itaatsizlik etmek ve buna benzer büyük günahları işlediğinden dolayı bunları helâl saymadıkça- müslümanı tekfîr etmenin (kâfir saymanın) câiz olmadığına inanmak da Allah Teâlâ’ya îmân konusuna girer.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                          [سورة النساء الآية :48]  

“Hiç şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını (ve inkârı) asla bağışlamaz.Bunun dışındakileri diledi-ğine bağışlar.”
Rasûlullah-salllallahu aleyhi ve sellem-’den mütevâtir hadîslerle sabittir ki, kalbinde hardal tanesi kadar îmân olan bir kimseyi Allah Teâlâ cehennemden çı-karacaktır.
Allah Teâlâ için sevmek ve O’nun için kin bes-lemek, O’nun için dostluk kurmak ve O’nun için düş-manlık etmek de Allah’a îmânın gereklerindendir. u sebeple mü’min, mü’minleri sevip onlarla dost olur, kâfirlere de buğzedip onlara düşmanlık besler.
Bu ümmetin mü’minlerinin başında da Rasûlul-lah-salllallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbı gelir.
Peygamber-salllallahu aleyhi ve sellem-’in:

(( خَيْرُ الْقُرُونِ قَرْنيِ ثُمَّ الَّذِينَ يَلوُنَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلوُنَهُمْ ))
[متفق عليه]
“Dönemlerin en hayırlısı, benim yaşadığım dönemdir. Sonra onları izleyenler, sonra da onları izleyenlerdir.”
Hadîsi gereği, ehli sünnet vel-cemaat inancına sahip mü’minler, Rasûlullah-salllallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbını sever, onlara dostluk besler ve onların pey-gamberlerden sonra insanların en fazîletlileri oldukla-rına inanırlar.
Ehli sünnet vel-cemaat inancına sahip mü’min-ler, Rasûlullah-salllallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbından en fazîletli olanının sırasıyla Sıddık lakaplı Ebû Bekir,sonra Fârûk lakaplı Ömer, sonra Zün-Nûreyn lakaplı Os-man, sonra Murtezâ lakaplı Ali, onlardan sonra cen-netle müjdelenen diğer altı sahâbe ve daha sonra diğer sahâbe geldiğine inanırlar. -Allah onların hepsinden râzı olsun-.

Ehli sünnet vel-cemaat inancına sahip mü’minler, sahâbe arasında geçen anlaşmazlıklar konusunda tarafsız kalır ve onların bu konuda içtihad ettiklerine, içtihad ettiği meselede doğruyu bulanın iki ecir, hata edenin de bir ecir kazandığına inanırlar.
Ehli sünnet vel-cemaat inancına sahip mü’min-ler, Rasûlullah-salllallahu aleyhi ve sellem-’in ehl-i beytine ina-nan mü’minleri sever, onlara ve mü’minlerin anneleri durumundaki Rasûlullah-salllallahu aleyhi ve sellem-’in hanımla-rına dostluk besler ve Allah Teâlâ’nın onların hepsin-den râzı olmasını dilerler.
Ehli sünnet vel-cemaat inancına sahip mü’minler, Rasûlullah-salllallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbına buğzeden, onlara küfreden, ehl-i beyt hakkında aşırı-ya giden, onları Allah Teâlâ’nın uygun gördüğü ma-kamdan daha yüksek makamlara yükselten Râfizîlerin yolundan uzak dururlar.
Ehli sünnet vel-cemaat inancına sahip mü’minler, söz ve fiilleriyle ehl-i beyte eziyet eden “Nâsıbların yoluna girmekten de uzak dururlar.
Burada özet olarak anlattığımız şeylerin hepsi Allah Teâlâ’nın, elçisi Muhammed-salllallahu aleyhi ve sellem- ile gönderdiği doğru inancın tâ kendisidir.Bu, cehen-nem azabından kurtularak cennete girecek fırka olan ehli sünnet vel-cemaat inancıdır.
Nitekim Peygamber-salllallahu aleyhi ve sellem- bu fırka hakkında şöyle buyurmaktadır:

(( لاَ تَزاَلُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتيِ عَلىَ الْحَقِّ مَنْصُورَةٌ لاَ يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ حَتىَّ يَأْتِيَ أَمْرُ اللهِ سُبْحَانَهُ ))
“Ümmetimden bir grup, hak yolda muzaffer olacak ve Allah Teâlâ’nın emri (kıyâmet günü) gelinceye kadar kendilerine karşı olanlar, onlara hiçbir zarar veremeye-ceklerdir.”
Başka bir hadîste şöyle buyurmaktadır:

(( اِفْتَرَقَتِ الْيَهُودُ عَلىَ إِحْدىَ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً، وَافْتَرَقَتِ النَّصاَرَى عَلىَ اثْنَتَيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً، وَسَتَفْتَرِقُ هَذِهِ اْلأُمَّةُ عَلىَ ثَلاَثٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً كُلُّهاَ فيِ النَّارِ إِلاَّ وَاحِدَةً.قاَلَ الصَّحاَبَةُ: مَنْ هِيَ ياَ رَسُولَ اللهِ؟ قاَلَ: مَنْ كاَنَ عَلىَ مِثْلِ ماَ أَناَ عَلَيْهِ وَأَصْحاَبيِ ))
“Yahudiler, yetmiş bir fırkaya, Hristiyanlar da yetmiş iki fırkaya ayrıldılar.Bu ümmet de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri dışında hepsi cehenneme girecektir” buyurunca sahâbe: “O fırka hangisidir Ey Allah’ın Rasûlü? diye sordular.Peygamber-salllallahu aleyhi ve sellem-: “Benim ve ashâbımın bulunduğu yol üzere olanlardır” buyurdu.
Sımsıkı sarılması ve o yolda gidilmesi, ona aykırı hareket etmekten şiddetle sakınılması gereken inanç, işte bu inançtır.
Bu inançtan saparak onun aksine hareket edenler pek çoktur.Bunlardan bazıları putlara, bazı-ları meleklere, bazıları evliyâya, bazıları cinlere, bazı-ları ağaçlara, bazıları taşlara, bazıları da başka şey-lere taparlar.
Bu gibi kimseler, peygamberlerin çağrısına uy-mamış, aksine onlara aykırı hareket edip onlarla inat-laşmışlardır.Tıpkı Kureyş kabilesiyle diğer bazı arap kabilelerinin Peygamberimiz Muhammed-salllallahu aleyhi ve sellem-’e karşı yaptıkları gibi.
Câhiliyet toplumu arapları, putlardan ihtiyaçla-rını gidermesini, hastalarına şifâ vermesini, düşmanla-rına karşı kendilerine yardım etmesini isterler ve o put-lara kurbanlar kesip adaklarda bulunurlardı.
Rasûlullah-salllallahu aleyhi ve sellem- bu davranışlarının çirkin olduğunu söyleyip, onlara yalnızca Allah’a ibâdet etmelerini emredince, bunu garip karşılayıp kendisini inkâr ederek şöyle dediler:

                                                                   [سورة ص الآية :5]

“O (Muhammed), (o kadar çok) ilâhları nasıl oldu da bir tek ilâh yaptı? Doğrusu, (haber verdiği ve insanları ona dâvet ettiği) bu, ne tuhaf bir şeydir.”
Peygamber-salllallahu aleyhi ve sellem- onları Allah’ın dînine dâvet etmeye, şirkten sakındırmaya ve onlara dâvet ettiği dînin hakikatini açıklamaya devam et-miş, nitekim Allah Teâlâ onlardan dilediğini doğru yola iletmiştir. Nitekim daha sonra insanlar Allah’ın dînine gruplar halinde girmeye başlamışlardır.
Rasûlullah-salllallahu aleyhi ve sellem- ve onun ashâbı-Allah onlardan râzı olsun- ile onlara güzellikle tâbi olanların aralıksız olarak yürüttükleri dâvet uzunca bir cihâd-dan sonra Allah’ın dîni diğer dînlere üstün gelmiştir. Daha sonra durumlar değişti. İnsanların çoğuna cehâlet hâkim oldu. Öyle ki insanların çoğu câhiliye dînine yeniden döndüler. Peygamberler ve evliyâ konusunda aşırıya giderek onlara yalvarma ve on-lardan medet dileme gibi şirke götüren amelleri işle-meye başladılar.
Bu insanların çoğu Lâ ilâhe illallah’ın anlamını câhiliye devrindeki müşrik araplar kadar bilemediler. Bu gibi durumdan Allah’a sığınırız.
Peygamber-salllallahu aleyhi ve sellem-’den sonra uzun süre geçmesine rağmen bu şirk, insanlar arasında cehâletin hâkim olması sebebiyle günümüze kadar yayılmaya devam etmiştir.
Günümüzde şirke düşen insanların gerekçesi de câhiliye devrindeki müşriklerin gerekçesinden pek farklı değildir.Câhiliye devrindeki müşrikler şöyle di-yorlardı:
“Bu (putlar), Allah katındaki şefaatçılarımızdır. Biz, onlara (putlara), ancak bizi Allah’a iyice yaklaştır-sınlar diye ibâdet ediyoruz.”
Nitekim Allah Teâlâ müşriklerin bu gerekçelerini boşa çıkararak kim olursa olsun kendisinden başkası-na ibâdet edenin kendisine ortak koşmuş olduğunu belirterek şöyle buyurmuştur :

                            [سورة يونس من الآية :18]  

“Onlar (müşrikler), Allah’ı bırakıp da kendilerine ne zarar,ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve ‘Bunlar Allah katında bizim şefaatçılarımızdır’ diyor-lar.”
Allah Teâlâ, âyetin devamında onların bu ge-rekçelerine şöyle karşılık vermektedir:

                              [سورة يونس من الآية :18]  

“(Ey Muhammed! Onlara) de ki: Siz, (şefaatçılarla ilgili) göklerde ve yerde bilemediği bir şeyi mi Allah’a haber veriyorsunuz? O, onların (ibâdette kendisine) ortak koştukları şeylerden münezzehtir.”
Allah Teâlâ bu âyette peygamberler ve evliyâ gibi kendisinden başkasına ibâdet etmenin -bu hare-keti yapanın bunu başka bir adla adlandırsa dahi- bunun büyük şirk olduğunu belirtmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda başka bir âyet-te şöyle buyurmaktadır:

                        [سورة الزمر من الآية :3]  

“Allah’ı bırakıp da kendilerine birtakım dostlar edinenler, (şöyle derler): Biz, onlara (putlara), ancak bizi Allah’a iyice yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyo-ruz.”
Allah Teâlâ onlara şöyle karşılık vermiştir :

                                  [سورة الزمر من الآية :3]  

“Muhakkak ki Allah,ayrılığa düştükleri şeylerde (kıyâmet günü) onların (mü’minlerle müşriklerin) ara-larında hükmünü (herkese hak ettiğini) verecek-tir.Şüphesiz ki Allah, (kendisine) iftirâ eden ve (âyetle-rini) inkâr edeni asla doğru yola iletmez.”
Allah Teâlâ bu âyette yalvarma, korku, ümit ve buna benzer ibâdetlerin kendisinden başkasına ya-pıldığında kendisini inkâr etmek olduğunu açıkla-mış ve ilâhlarının kendilerini Allah’a yaklaştırdığını söyle-yen müşrikleri yalanlamıştır.
Çağımızdaki Marks ve Lenin gibi kimselere uyan inkârcı kâfirlerin inandıkları şeyler de doğru inanca zıt ve peygamberlerin getirdikleri şeylere aykırı fikir inançlarındandır.Bu kimseler, ideolojilerine ister sosyalizm, ister komünizm, ister baasçılık , isterse baş-ka isimler versinler, bu inkârcıların temel prensip-leri şudur: “Allah yoktur” ve “Hayat maddeden ibâret-tir”.
Âhireti, cenneti, cehennemi ve bütün dînleri inkâr etmek, bunların temel prensiplerindendir. Yaz-dıkları kitapları okuyan birisi onların bulundukları yolu yakından görebilir.Hiç yok ki bütün semâvî dînlere zıt olan bu inanç, mensuplarını dünya ve âhirette en kötü âkibetlere götürür.
Bâtınîlik ve tasavvuf mezheplerine mensup bazı kimselerin, evliyâ dedikleri bazı kimseleri kâinatttaki işleri idâre etmede ve mahlûkâtın işlerini çekip çevir-mede Allah’a ortak yapmaları da doğru inanca ay-kırı olan inançlardandır.Onlar bu kimseleri Kutup , Veted , Ğavs ve benzeri isimlerle adlandırıyorlar ki bu isimleri ilahları için kendileri icât etmişlerdir.Bu ise, Allah Teâlâ’nın rubûbiyet sıfatları konusunda işlenen şirkin en çirkini ve câhiliye dönemindeki arapların şirkinden daha kötüdür.Çünkü müşrik araplar Rubûbiyette değil de Ulûhiyette (ibâdette) Allah’a ortak koşmuş, bu şirki de bolluk zamanında işlemiş-lerdir.Ancak sıkıntılı ve zor zamanlarda ibâdeti yal-nızca Allah’a hâlis kılmışlardır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                                 [سورة العنكبوت الآية :65] 

“(Müşrikler) gemiye bindikleri (ve boğulmaktan korktuk-larında), dîni yalnızca Allah’a hâlis kılarak Allah’a yalvarırlar.Ancak (Allah) onları kurtarıp sâlimen karaya çıkardığında, onlar tekrar (Allah’a) ortak koşarlar.”
Ancak müşrik araplar, Rubûbiyetin yalnızca Allah’a âit olduğunu itiraf ediyorlardı.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                                                          [سورة الزخرف من الآية :87]

“(Ey Muhammed!) Müşriklere kendilerini kimin yarat-tı-ğını sorarsan, ‘(Bizi) muhakkak ki Allah yarattı’ di-yeceklerdir.”

                                                                  [سورة يونس الآية :31]  

“(Ey Muhammed! Müşriklere) de ki: Gökten (yağmur yağdırarak) ve yerden (bitkiler yeşerterek) size kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim sahip oluyor? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Kâinattaki) işleri kim idâre ediyor? (Bütün bunları yapan) Allah, diyeceklerdir.O halde onlara de ki: (Başkasına ibâdet ederseniz) Allah’ın (azabına mâruz kalmaktan) korkmuyor musunuz.”

Günümüz müşrikleri, eski müşrikleri iki şeyde geçtiler:

Birincisi: Rubûbiyette bile Allah’a ortak koşmuş-lardır.
İkincisi: Hem varlık, hem de darlıkta Allah’a or-tak koşmuşlardır.Nitekim bunlarla içiçe yaşayan ve hallerini inceleyen, Mısır’da Hz. Hüseyin, Bedevî ve başkasının, Aden’de Ayderos, Yemen’de Hâdî, Şam’da İbn-i Arabî, Irak’ta Abdulkâdir Geylânî ve diğer meşhûr kimselerin türbeleri başında câhil insan-ların yaptıkları taşkınlıkları, Allah’ın hakkı olan ve O’na yapılması gereken ibâdeti başkalarına nasıl yaptıklarını gören birisi bu durumu iyi bilir. Buna karşı çıkacak ve Allah Teâlâ’nın, elçisi Muhammed-salllallahu aleyhi ve sellem- ve diğer peygamberleri gönder-diği tevhîdin hakikatini onlara anlatacak insanlar da azaldı.Bu durumu Allah’a havâle ederiz.
Allah Teâlâ’dan, onları doğru yola iletmesini, aralarında doğru yola çağıran dâvetçileri çoğaltma-sını, müslüman yöneticilerle âlimleri şirke karşı yapıla-cak mücâdelede muvaffak kılmasını ve şirke götüren sebepleri yok etmesini dileriz.
Hiç şüphe yok ki O, (duâları) hakkıyla işiten ve duâları kabul etmeye yakın olandır.
İsim ve sıfatlar konusunda doğru inanca zıt inançlardan birisi de, Allah’ın sıfatlarını reddeden ve O’nu kemâl sıfatların-dan soyutlayarak yokların, can-sız ve imkânsız şeylerin sıfatlarıyla nitelendiren, Ceh-miyye , Mu’tezile ve onların izlediği yolda giden bid’at ehlinin inancıdır.Allah Teâlâ, bunların söyledik-leri sözlerden münezzehtir.
Allah Teâlâ’nın sıfatlarından bir kısmını redde-dip bir kısmını isbât eden Eş’arîler de bu kısma gi-rer.Zirâ Eş’arîler, isbât ettikleri sıfatlarda reddedip kaç-tıkları sıfatların bir benzeri vardır. Onlar, sıfatların delil-lerini te’vil etmek sûretiyle naklî ve aklî delillere aykırı davranıp apaçık bir çelişki içerisine düşmüş-lerdir. Ehli sünnet vel-cemaat ise, Allah Teâlâ’nın kendisi için sâbit kıldığı veya elçisi Muhammed-salllallahu aleyhi ve sellem-’in O’nun hakkında sâbit kıldığı isim ve sıfatları gereği gibi sâbit kılmışlar, Allah’ı kullarına benzetmekten tenzih ederek O’nun isim ve sıfatlarını boşa çıkarma şâibesinden uzak tutmuşlardır.
Bu konudaki bütün delîllerle hareket ederek isim ve sıfatları tahrif etmemişler ve (anlamlarını) boşa çıkarmamışlardır. Böylelikle –daha önce de açıklan-dığı gibi- başkalarının düştükleri çelişkiden kurtulmuş-lardır.
İşte bu, ümmetin ilk müslümanları ile imâmla-rının izlediği dünya ve âhirette kurtuluş ve saâdete götürecek olan yoldur. Bu ümmetin sonu, ilk müslü-manların düzeldiği inanç ile düzelir ki bu inanç da Kur’an ve sünnet’e uymak, onlara aykırı olan şeyleri terketmektir.

    

YALNIZCA ALLAH TEÂLÂ’YA İBÂDET ET-MENİN FARZ OLUŞU VE ALLAH DÜŞMANLARI-NA GÂLİP GELMENİN YOLLARI:

Hiç şüphesiz ki dînen mükellef olan bir kimsenin yerine getirmesi gereken en önemli görev ve en büyük farz, göklerin, yerin ve büyük arşın sahibi olan Yüce Rabbine ibâdet etmesidir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                                                                 [سورة الأعراف الآية :54]  

“(Ey insanlar!)Rabbiniz O Allahtır ki gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra (celâl ve azametine yaraşır bir şekilde) arşa istivâ eden, geceyi gündüzün üzerine elbise gibi giydirip gündüzün aydınlığını kaybettiren, gece ile gündüzün birbirini sürekli ve hızlı bir şekilde takip etmesini sağlayan, güneşi, ayı ve yıldızları emri-ne boyun eğmiş bir şekilde yaratandır.Biliniz ki yarat-mak da, emretmek de O’na âittir.Âlemlerin Rabbi olan Allah, (her türlü noksanlıklardan) münezzehtir.”
Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de cinleri ve insanları sadece kendisine ibâdet etmeleri için yarattığını ha-ber vererek şöyle buyurmaktadır:

                                                                [سورة الذّاريات الآية :56]

“Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.”
Allah Teâlâ’nın cinleri ve insanları yaratma gâyesi olan bu ibâdet; namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hac yapmak, rukû, secde ve tavaf etmek, kurban kesmek, adak adamak, korkmak, ümit etmek, imdat dilemek, yardım istemek ve her türlü duâyı yalnızca Allah Teâlâ’ya yapmaktır.
Allah Teâlâ’nın kitabı Kur’an ile emîn elçisi Mu-hammed-salllallahu aleyhi ve sellem-’in sünnetinin gösterdiği gibi, Allah Teâlâ’nın bütün emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından da kaçınmak Allah’a ibâdete girer.
Allah Teâlâ cinlerin ve insanların hepsine, ya-radılış gâyeleri olan bu ibâdeti yerine getirmelerini emretmiş, bütün peygamberleri bu gâye için gön-dermiş, bu ibâdeti açıklayıp ona dâvet etmek ve bu ibâdeti yalnızca kendisine yapmak için de kitaplar indirmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                      [سورة البقرة الآية :21]  

“Ey insanlar!Sizi ve sizden öncekileri yara-tan,Rabbinize ibâdet edin.Umulur ki muttakîlerden olursunuz.”
Başka bir âyette şöyle buyurmaktadır:

                                                                 [سورة الإسراء الآية :23]  

“(Ey insan!) Rabbin sana yalnızca kendisine ibâdet etmenizi ve ana-babanıza iyilikte bulunmanızı kesin bir şekilde emretti.”

                                                                      [سورة البينة الآية :5]  

“Halbuki onlara,dîni yalnızca O’na hâlis kılıp hanîfler olarak Allah’a ibâdet etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. İşte dosdoğru dîn, bu-dur.”
Allah’ın kitabında bu anlamda pek çok âyet vardır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                            [سورة الحشر من الآية :7]  

“Rasûl (Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-) size ne verdiy-se veya hüküm olarak neyi meşrû kıldıysa, onu hemen alın.Neyi de (almaktan veya yapmaktan) yasakladıysa ondan hemen vazgeçin. (emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından da kaçınmak sûretiyle) Allah’tan kor-kun. Şüphesiz ki Allah, (emir ve yasaklarına aykırı davranana) azabı çetindir.” 

                                                                 [سورة النساء الآية :59]  

“Ey îmân edenler! Allâh’a itaat edin.Rasûle (hak ola-rak getirmiş olduğu şeylere) de uyun.(Allâh’a isyanı emret-mediği sürece) sizden olan (müslüman) idâreci-lere de itaat edin.Aranızda herhangi bir konuda an-laşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allâh’a ve âhiret gü-nüne inanıyor-sanız, (o konuda hüküm vermek için) onu Allâh’(ın kitâbı Kur’an)a ve elçisi (Muhammed-sallallâhu aleyhi ve sellem-’in sünneti)ne götürün.Allâh’(ın kitâbı Kur’an)a ve elçisi (Muhammed-sallallâhu aleyhi ve sellem-’in sünneti)ne götürmek; sizin için (ayrılığa düşüp görüş-lerinizle hareket etmenizden) daha hayırlı, sonuç bakı-mından da daha güzeldir.”

            [سورة النساء من الآية :80]

“Her kim, Rasûl’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.”

                      [سورة النحل الآية :36]  

“Şüphesiz ki biz, (geçmişte) her ümmete bir peygam-ber gönderdik (ve ona şöyle söylemesini emrettik): ‘Yalnızca Allah’a ibâdet edin. Tâğûta ibâdet etmekten sakının.”

                              [سورة الأنبياء الآية :25]  

“(Ey Muhammed!) Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona;¬¬ ‘Benden başka hakkıyla ibâdet edilecek ilâh yoktur. O halde yalnızca bana ibâdet edin’ diye vahyetmiş olmayalım.”

                                        [سورة هود الآيتان :1-2]  

“Elif.Lâm.Râ.(Allah tarafından Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’e indirilen bu) kitabın âyetleri (her türlü düzen-sizlik ve bâtıl şeylerden korunup) sağlamlaştırılmış-tır.Sonra da hakîm ve her şeyden haberdâr olan Allah tarafından (emir ve yasak, helâl ve haram olan şeyler) açıklanmıştır. (Kur’an’ın indirilmesi,ahkâmının geniş bir şekilde açıklanması ve âyetlerinin sağlamlaştırılma-sı) Allah’tan başkasına ibâdet etmemeniz içindir.(Ey insanlar!) Şüphesiz ki ben size (Allah tarafından gön-derilmiş, sizi onun azabından uyaran) bir uyarıcı ve (onun sevabını müjdeleyen) bir müjdeleyiciyim.”
Bu muhkem âyetlerle Allah Teâlâ’nın kitabında bu anlama gelen diğer âyetler, ibâdetin yalnızca Allah’a hâlis kılınmasının farz olduğunu ve bunun dînin aslı ve esası olduğunu gösterir.
Yine bu âyetler, cinlerle insanların yaratılması, peygamberlerin gönderilmesi ve kitapların indirilme-sindeki hikmetin bu olduğunu gösterir.Bu konuya önem vermek, bu konuda bilgi sahibi olmak ve İslâm’a mensup pek çok kimsenin bu dalâlete düşe-rek peygamberler,sâlih kimseler hakkında aşırıya gi-dip kabirlerinin üzerine binâ yapmak, kabirlerin üzeri-ni mescidler ve kubbeler edinmek, kabirlerde yatan-lardan medet ummak,ölülere sığınmak, ihtiyaç ve sıkıntılarını gidermelerini istemek, hastalarına şifâ vermelerini istemek, düşmanlarına karşı kendilerine yardım etmelerini beklemek gibi tevhîde aykırı olan büyük şirkten şiddetle kaçınmak her akıl-bâliğ olan müslümana farzdır.
Rasûlullah-salllallahu aleyhi ve sellem-’den Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerîm’in delâlet ettiği anlamlarla aynı doğ-rultuda sahîh hadîsler rivâyet olunmuştur.
Buhârî ve Müslim’in sahihlerinde Muâz b. Ce-bel’den-Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Peygamber-salllallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

(( أَتَدْرِي ماَ حَقُّ اللهِ عَلىَ الْعِباَدِ وَماَ حَقُّ الْعِباَدِ عَلىَ اللهِ ؟ فَقاَلَ مُعاَذٌ: اللهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ، فَقاَلَ النَّبِيُّ : حَقُّ اللهِ عَلىَ الْعِباَدِ أَنْ يَعْبُدُوهُ وَلاُ يُشْرِكُوا بِهِ شَيْئاً وَحَقُّ الْعِباَدِ عَلىَ اللهِ أَنْ لاَ يُعَذِّبَ مَنْ لاَ يُشْرِكُ بِهِ شَيْئاً))
“(‘Ey Muâz!)Allah’ın kulları üzerinde (yerine getirilmesi gereken) hakkının, kulların da Allah’ın üzerindeki hakkının neler olduğunu bilir misin? dedi.Muâz:‘Allah ve Rasûlü daha iyisini bilirler’ dedi. Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-: Allah’ın kulları üzerinde yerine getirilmesi gereken hakkı; yalnızca O’na ibâdet etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamalarıdır.Kulların da Allah’ın (lütûf ve ihsanı ile kendisine gerekli kıldığı) hakkı; O’na hiçbir şeyi ortak koşmayanlara Allah’ın azap etmemesidir.”
Buhârî’nin sahîhinde Abdullah b. Mes’ud’dan -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Peygamber -salllallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

(( مَنْ ماَتَ وَهُوَ يَدْعُو ِللهِ نِداًّ دَخَلَ النَّارَ ))
“Allah’a eş (benzer) koştuğu halde ölen kimse, cehen-neme girer.”
Müslim’in sahîhinde Câbir b. Abdullah’tan-Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Peygamber -salllallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

(( مَنْ لَقِيَ اللهَ لاَ يُشْرِكُ بِهِ شَيْئاً دَخَلَ الْجَنَّةَ، وَمَنْ لَقِيَهُ يُشْرِكُ بِهِ شَيْئاً دَخَلَ النَّارَ ))
“Her kim, Allah’a ortak koşmadan ölürse, cennete gi-rer.Her kim de Allah’a ortak koşarak ölürse, cehenne-me girer.”
Bu anlamda pek çok hadis vardır.Tevhîd meselesi, en önemli ve büyük bir meseledir.Nitekim Allah Teâlâ peygamberi Muhammed-salllallahu aleyhi ve sellem-’i tevhîde dâvet etmesi ve şirkten sakındırması için göndermiştir.
Muhammed-salllallahu aleyhi ve sellem- Allah Teâlâ’nın kendisini gönderdiği vahyi insanlara en iyi bir şekilde tebliğ etmiş, Allah için mâruz kaldığı en çetin eziyet-lere karşı sabretmiş, ashâbı da -Allah onlardan râzı olsun- dâve-ti tebliğ etmek için onunla birlikte bu eziyetlere sab-retmişlerdir.Nihâyet Allah Teâlâ, Arap yarımada-sından bütün putları ortadan kaldırmış ve insanlar Allah’ın dînine gruplar hâlinde girmişlerdir.Kâbe’nin içerisinde ve çevresindeki bütün putlar kırılmıştır.
Yine, Lât,Uzzâ ve Menât ve bazı Arap kabileleri arasında bulunan putlar da yıkılıp yerle bir edilmiştir. Böylece Allah’ın sözü yücelmiş ve Arap yarımadası-na İslâm hâkim olmuştur.
Daha sonra müslümanlar, dâvet ve cihâd et-mek için Arap yarımadasının dışına yönelmiş, Allah Teâlâ onların aracılığı ile kendisine saadet takdir edilmiş olanları doğru yola iletmiştir.Yine onlar aracılı-ğıyla Allah Teâlâ dünyanın dört bir tarafında hak ve adâleti yaymış, böylelikle onlar hidâyet önderleri ve hakkın komutanları, adâlet ve ıslâha çağıran dâvet-çiler olmuşlardır.Hidâyet önderleriyle hakkın komu-tanları yolundan giden tâbiîn ve onlara güzel bir şe-kilde tâbi olanlar da onların yolundan giderek Al-lah’ın dînini yayıyor,insanları Allah’ın birliğine dâvet ediyor, canları ve mallarıyla Allah yolunda cihâd ediyor,Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmuyorlardı.
Nitekim Allah Teâlâ onları te’yid etmiş, düşman-larına karşı onlara yardım ederek onları zafere ulaştı-rıp onlara vâdettiklerini yerine getirmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                                                                     [سورة محمد الآية :7]  

“Ey îmân edenler!Eğer Allah’ın dînine yardım ederse-niz, O da size (düşmanlarıza karşı) yardım eder ve ayaklarını-zı sağlam tutar.”

                                                     [سورة الحج من الآيتين :40-41]  

“Allah’ın dînine yardım edene, muhakkak ki Allah da (düşmanına karşı) ona yardım eder.Şüphesiz ki Allah güçlüdür, gâliptir. (Kendilerine yardım edeceğimizi vâdettiğimiz) mü’minler, kendile-rine yeryüzünde ikti-dar verirsek, namazı kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülükten alıkoyarlar.İşlerin sonu Allah’a varır.”
Bundan sonra insanlar değişti.Ayrılığa düşüp cihâd konu-sunda gevşek davranıp rahatı tercih ederek şehevî arzularına uydular.Bu sebeple, Allah’ın koruduğu kimseler dışında aralarında türlü kötülükler ortaya çıktı.Allah Teâlâ da yaptıklarına karşılık olarak onlara bahşettiği nimetleri değiştirmiş ve başlarına düşmanlarını musallat etmiştir. Rabbin kullarına hiç zulmetmez.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                             [سورة الأنفال من الآية :53]  

“Bu (ceza), bir topluluk kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri, kötü ahlâk ve meziyetlerle) değiş-tir-medikçe, Allah’ın kendilerine verdiği nimeti değiş-tirme-yeceğinden (çekip almayacağından) dolayıdır.”
O halde, Allah Teâlâ’ya dönmek, ibâdeti yal-nızca O’na hâlis kılmak, geçmişte yapılan hata ve günahlara tevbe etmek, Allah’ın kendilerine emret-tiği farzları yerine getirip haram kıldığı şeylerden sa-kınmak, bunu birbirlerine tavsiye etmek ve bu konu-da birbirlerine yardım etmek, devlet ve halk olarak herkesin üzerine farzdır.
Bunların en önemlisi, şeriat cezâlarını uygula-mak ve her konuda insanlar arasında şeriatla hük-metmek, Allah’ın şeriatına aykırı olan, insanların çı-karmış oldukları kanunları kaldırıp geçersiz kılmak, bu kanunlarla hükmetmemek ve bütün halkları Allah’ın şeriatıyla hükmetmeye mecbur kılmak gerekir.
Yine, insanları dînlerinde bilgilendirerek İslâm bilincini yaymak, birbirlerine hakkı tavsiye ederek bu uğurda sabır göstermek, iyiliği emredip kötülükten alıkoymak ve bu konuda yöneticileri teşvik etmek, âlimlerin üzerine farzdır.
Yine, şeriata aykırı ideoloji ve sistemlerden sos-yalizm,baasçılık,ırkçılık ve benzeri yıkıcı ideolojilerle mücâdele etmek gerekir.Böylelikle Allah Teâlâ müs-lümanlar için bozuk olan şeyleri düzeltir, ellerin-den gitmiş olan şeyleri onlara geri iâde eder, onları geç-mişteki izzet ve şereflerine yeniden kavuşturur, düş-manlarına karşı onlara yardım eder ve onları yeryü-zünde iktidar sahibi kılar.
Nitekim doğru sözlülerin en doğrusu Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:

          [سورة الروم من الآية :47]

“Mü’minlere yardım etmek, üzerimize bir haktır.”

                                                                     [سورة النور الآية :55]  

“Allah, sizden îmân edip iyi işler yapanlara, kendile-rin-den öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi, onları da yeryüzünde sahip ve hâkim kılacağını, onlar için beğe-nip seçtiği İslâm’ı yerleştirip koruyacağını ve korku hâlinden sonra onlara güven sağlayacağını vâdetmiş-tir.Onlar, bana ibâdet eder ve hiçbir şeyi ortak koşmaz-lar.Kim de bundan sonra inkâr (nimetlerime nankör-lük) ederse, işte onlar (Allah’a itaatten çıkan) fâsıklar-dır.”

                                            [سورة غافر الآيتان :51-52]  

“Muhakkak ki biz, elçilerimize ve îmân edenlere, hem dünya hayatında hem de şâhitlerin (meleklerin, pey-gamberlerin ve mü’minlerin) şâhitlik edecekleri günde yardım eder (ve kendilerine eziyet edenlere karşı onları destekler)iz.O günde zâlimlere özür dilemeleri hiçbir fayda vermeyecektir.Lânet (Allah’ın rahmetin kovul-mak) onlarındır. Kötü yurt (cehennem) de onların-dır.”
Müslüman liderlerle halkları düzeltmesini, kendi-lerini dînde bilgili kılıp takvâ üzerinde birleştirmesini, hepsini dosdoğru yola iletmesini, onlarla İslâm dînine yardım edip bâtılı zelil kılmasını, iyilik ve takvâda on-ların hepsini muvaffak kılmasını, birbirlerine hakkı tav-siye etmelerini ve bu uğurda sabır göstermelerini Al-lah Teâlâ’dan dileriz.Zirâ bunu yapacak olan ve bu-na gücü yeten yalnızca O’dur.
Allah’ın salât ve selâmı, Allah’ın kulu, elçisi ve yaratılmış-ların en hayırlısı, Peygamberimiz Abdullah oğlu Muhammed’e, âilesine, ashâbına ve O’nun yoluna uyanların üzerine olsun.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun.

    

MÜSLÜMANI İSLÂM’DAN ÇIKARAN HALLER

Müslüman Kardeş!
Bilmelisin ki Allah Teâlâ bütün kullarına İslâm’a girmelerini, ona sımsıkı sarılmalarını,İslâm’a aykırı olan şeylerden sakınmalarını farz kılmış ve bu esaslara dâvet etmesi için peygamberi Muhammed-salllallahu aleyhi ve sellem-’i de göndermiştir.
Allah-azze ve celle- elçisi Muhammed-salllallahu aleyhi ve sel-lem-’e uyanın hidâyet üzere olacağını, ondan yüz çe-virenin ise dalâlette olacağını haber vermiş ve birçok âyette, dînden dönmeye sebep olan şeyler-den, her türlü küfür ve şirkten sakındırmıştır.
İslâm âlimleri-Allah onlara rahmet etsin- “Mürtedin (dînden dönenin) hükmü” bölümünde müslümanı dîninden çıkaran, canının ve malının helâl kılanması-na sebep olan birçok şeyi zikretmişlerdir.
Müslümanı dînden çıkaran şeylerin en tehlikelisi ve en çok vukû bulanı on tanedir.
Bunlardan sakınman ve başkalarını da sakındı-rabilmen için, sana bunları özetle saydıktan sonra kısaca izâh edeceğiz.

Müslümanı dînden çıkaran 10 husus şunlardır:
Birincisi:
İbâdette bir şeyi Allah Teâlâ’ya ortak koşmaktır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır:

                          [سورة النساء من الآية :48]  

“Hiç şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını (ve inkârı) asla bağışlamaz.Bunun dışındakileri diledi-ğine bağışlar.”
Başka bir âyette ise şöyle buyurmaktadır:

                             [سورة المائدة من الآية :72]  

“Hiç şüphesiz ki kim Allah’a ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılmıştır.Onun barınacağı yer, cehen-nem-dir.Zâlimler için (onları cehennemden kurtaracak) yardımcılar da yoktur.”
Ölülere yalvarıp onlardan medet ummak, onla-ra adak adamak ve kurban kesmek de şirk çeşitle-rindendir.
İkincisi:
Her kim, kendisi ile Allah arasına aracılar koyar, onlara yalvarır, onlardan şefaat diler veya onlara tevekkül ederse, icmâ ile kâfir olur.
Üçüncüsü:
Her kim, müşrikleri kâfir saymaz, onların kâfir olduklarından şüphe eder veya onların izledikleri yo-lun da doğru olduğunu söylerse, kâfir olur.
Dördüncüsü:
Tâğutların hükmünü, Peygamber-salllallahu aleyhi ve sellem-’in hükmüne tercih edenler gibi, her kim başkası-nın yolunun Peygamber-salllallahu aleyhi ve sellem-’in yolun-dan daha iyi olduğuna veya başkasının hükmünün O’nun hükmünden daha iyi olduğuna inanırsa, kâfir olur.

 Aşağıda saydıklarımız da dördüncü kısma girer :
  1. İnsanların çıkardıkları kanun ve nizamların İslâm şeriatından daha üstün olduğuna,
  2. İslâm nizâmının bu çağda uygulanmasının doğru olamayacağına,
  3. İslâm dîninin müslümanların geri kalmasına neden olduğuna,
  4. İslâm dîninin kişinin kendisi ile Rabbi arasın-daki ilişkiye has olup, hayatın diğer bölümlerini kap-samayacağına inanan kimse kâfir olur.
  5. Allah’ın hükmünü uygulayıp hırsızın elini kesmenin veya zinâ eden evli insanı taşlayarak öl-dürmenin bu çağa uygun olmadığını söylemek.
  6. Şer’î muâmelelerle cezâî meselelerde veya başka konularda Allah’ın indirdiği hükümlerden baş-ka hükümleri uygulamanın câiz olduğuna inanmak. Başka hükümlerin şeriat hükmünden daha üstün ol-duğuna inanmasa bile uygulayan kimse de kâfir-dir.Çünkü o, bu sûretle Allah’ın icmâ ile haram kıldı-ğını helâl kılmış olur.Zinâ, içki, fâiz ve Allah’ın şeria-tından başkasıyla hükmetmek gibi, dinen haram ol-duğu delillerle bilinen hükümleri helâl sayan kimse de müslümanların oybirliği ile kâfir olur.
    Beşincisi:
    Her kim, Rasûlullah-salllallahu aleyhi ve sellem-’in getirmiş olduğu bir şeyi buğzederse, o ameli yapmış olsa bile kâfir olur.
    Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır: [سورة محمد الآية :9] “Böyledir.Çünkü onlar, Allah’ın (Muhammed’e) indir-di-ğinden (Kur’an’dan) hoşlanmamışlar, bu sebeple Allah da onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır.”
    Altıncısı:
    Her kim, Rasûlullah-salllallahu aleyhi ve sellem- dîninden herhangi bir şeyle, dînin sevap ve cezâsı ile alay ederse, kâfir olur.
    Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır: [سورة التوبة من الآيتين :65-66] “(Ey Muhammed! Onlara) de ki: Siz, Allah ile, O’nun âyetleri ile ve O’nun elçisi ile mi alay ediyordunuz? Hiç özür dilemeyin. (Özür dilemeniz faydasız-dır).Çünkü siz, alay ettiğiniz bu sözünüzle îmân ettik-ten sonra kâfir oldunuz.”
    Yedincisi:
    Büyü yapmak.Kocasını seven kadını büyü yolu ile kocasından nefret ettirmek sûretiyle arasını açma-ya çalışmak veya birtakım şeytânî yollarla insana sevmediği ve istemediği bir şeyi sever ve ister hale getirmek de büyü çeşitlerindendir.Her kim, bunu ya-par veya yapılmasına râzı olursa, kâfir olur.
    Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır: [سورة البقرة من الآية :102] “O iki melek, (insanlara) nasihat ederek sihri öğrenme-meyi îkâz eder ve; «Sihri öğrenerek şeytanlara itaat edip kâfir olma» demedikçe de hiç kimseye sihri öğret-mezlerdi.”
    Sekizincisi:
    Müslümanlara karşı müşriklerle kâfirleri destekle-yip onlara arka çıkmak ve yardım etmek.
    Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır: [سورة المائدة من الآية :51] “Sizden her kim, onları (yahûdî ve hıristiyanları) dost edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz ki Allah, (kâfirleri dost edinen) zâlimleri (kâfirleri) asla doğru yola ilet-mez.”
    Dokuzuncusu:
    Her kim, bazı insanların Muhammed-salllallahu aleyhi ve sellem-’in şeriatının dışına çıkabileceklerine (O’nun dîninden başka bir dîne tâbi olabileceklerine) inanır-sa, kâfir olur. [سورة آل عمران الآية :85] “Her kim, İslâm’dan başka bir dîn ararsa, bilsin ki o dîn kendisinden aslâ kabul edilmeyecektir.Âhirette de o kimse, hüsrâna uğrayanlardan olacaktır.”
    Onuncusu:
    Allah’ın dîninden yüz çevirmek, İslâmın doğru olarak bilinen hükümlerini (kibrilenerek) öğrenmemek ve (bildiği halde) o hükümleri yaşamamak.
    Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyur-maktadır: [سورة السجدة الآية :22] “Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldığı halde, (on-lar-dan yüz çevirip öğüt almayarak) kibirlenen kimse-den daha zâlim kim olabilir?Muhakkak ki biz, (âyetle-rimizden yüz çevirip onlardan faydalanmayan) gü-nahkârlardan intikam alacağız.”
    İnsanı dînden çıkaran bu şeyleri, şaka veya ciddî olarak veyahut da korkudan dolayı yapan arasında hiçbir fark yoktur. Ancak zorlandığı için ya-pan bundan müstesnâdır.Bunların hepsi en büyük tehlike ve en çok vukû bulanları olup müslümanın bunlardan sakınması ve bunlara düşmekten korkması gerekir.
    Allah’ın gazabını ve acıklı azabını gerektiren şeylerden Allah’a sığınırız.Allah Teâlâ, yaratılmışların en hayırlısı Muhammed-salllallahu aleyhi ve sellem-’e,âline ve ashâbına salât ve selâm eylesin.

    

By admin

Bir cevap yazın