İNSANA MERHAMET VE ŞİDDET

İnsan; akıl, ruh ve beden olarak en güzel şekilde yaratılan ve mahlukatın en şereflisi.

İnsan; renkleri ve dilleri ve cinsiyetleri, -anne babası farklı da olsa- bir olan Yüce Yaratan’ın yeryüzünde biricik halifesi.

İnsan; birbirinin kardeşi, birbirinin aşkı, birbirinin sevgilisi, birbirinin sükûneti, birbirinin huzuru, birbirinin örtüsü ve dahi birbirinin dostu.

İnsan; birbirini tamamlayan biri bay, biri bayan, biri eksilirse diğeri yarım kalan.

İnsan; beşeriyetin en güzel ismi ve cismi.

İnsan; mahlukatın en şereflisi, en kıymetlisi ve ahsen-i takvimi.

O insan ki; sevgi ve merhametle yoğrulmuştur hamuru… Öyleyse kırılmamalı onun onuru ve incinmesin gururu.

O insan ki; ahlak abidesidir, kendinde düşüklüğü kabul etmez, adildir, zulümle yürümez, hakkânîdir, hak ihlâli etmez.

O insan ki; bir candır, hiçbir cana kıymayandır.

O insan ki; bir cana kıymanın bütün canlara kıymak olduğunu bilendir.

O insan ki; “Ey kullarım ben zulmü kendime haram kıldım, öyleyse asla birbirinize zulüm etmeyin”[1] diyerek zulmü yasaklayan Yüce Yaratıcının şerefli kulu olmayı hak edendir.

Ey insan! İşte bu yüzden sen zulüm edemezsin ve asla etmemelisin.

Ey İnsan! Hatırlar mısın, melekler senin yaratıldığında endişe etmişlerdi de Ey Rabbimiz (özgürlük verdin onlara), ya onlar yeryüzünde kan dökerlerse!”[2] demişlerdi. Biraz endişelenmişlerdi sanki senin özgür iradeni kullanıp merhametini perdeleyebileceğinden. Allah da onlara cevaben “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim (bir hikmete binaen yarattım onları)” deyip konuyu kapatmıştı. Öyleyse, sen hak yola koyulup hikmete râm oldun mu ey insan!

Ey İnsan! Hatırlar mısın, Hz. Süleyman’ın ordusu karada ilerlerken karıncaların önderi “Ey karıncalar! Yuvalarınıza dönün, Süleyman ve ordusu sizi hissetmeyerek ezebilirler”[3] diye seslenmişti. Zira o karınca bile biliyordu senin onları bilerek ezmeyeceğini ve incitmeyeceğini. Karıncaları bile incitmekten korkan neden eşini veya başkalarını incitir ki!

Ey İnsan! Hatırlar mısın, Rabbin sana: “Anne babana iyi davran, onlara öf bile deme” [4]demişti. Hiç sorguladın mı kendini? Bu ilahî emri tutup tutamadığını hiç düşün mü?

Ey İnsan! Hatırlar mısın, Rabbin: “Karı-koca birbirinize her daim iyilik etmeyi unutmayın”[5] ve “Eşlerinizle iyi geçinin” demişti. İyilik etmeyi ve iyi geçinmeyi unutanlardan değilsin değil mi? Eğer sen unutanlardan isen yanılıyorsun ey insan!

Soruları çoğaltmak mümkün ancak uzatmaya hiç gerek yoktur. Günümüz insanı her geçen gün birbirinden uzaklaşarak yalnızlaşıyor, yalnızlaştıkça bireyselleşiyor; bireyselleştikçe bencilleşiyor, bencilleştikçe merhametsizleşiyor; merhametsizleştikçe de sadistleşiyor. Günümüz insanı ahiretini unuttukça dünyevileşiyor ve dünyevileştikçe de sekülerleşiyor; sekülerleştikçe de iyiliği, merhameti ve af etmeyi unutuyor.

Kendine aşırı şekilde değer yükleyen günümüz insanı başkalarının değerini görmezden geliyor. Giderek bencilleşen ve sadece kendi hazları için yaşamaya başlayan günümüz insanı dünyanın sadece kendisi için yaratıldığını düşünürcesine hareket etmeye başlıyor. Her geçen gün seküler bir anlayış yüreğini daha fazla sarıyor günümüz insanının. Başkalarının hukukunu ve huzurunu gasp ederek bireysel zevk, sevinç, refah ve mutluluğa kısa sürede ve yorulmadan ulaşmak isteyen günümüz insanı tamamen haz merkezli yaşamaya başlıyor. Ancak ulaştığı hiçbir haz onu arzuladığı hayat konusunda tatmin etmiyor ve onu hiçbir şekilde doyuma ulaştırmıyor. Günümüz insanı işte böyle bir hengamede büyük bir tatminsizlik içinde bir daldan diğerine konarak koşuşturup duruyor. Kanaatsiz ve doyumsuz bir şekilde zevk peşinde koşturan günümüz insanı bu amansız koşuşturmadan dolayı kendisine bahşedilen hayatın değerini kavrayamıyor. Gündelik hayat koşuşturması içinde yorgun düşerek diğer alemi ile ilgili olacak olan hiçbir proje oluşturamıyor insan.

Beşeri manada doyuma ulaşma yolunda hiçbir engel tanımayan günümüz insanı hedeflerine ulaşmak için başkalarının haklarına tecavüz etmek zorunda olduğunu düşünmeye başlıyor ve ardından başkasının malına göz koyuyor. Ardından çalmalar, gasp etmeler, haksız kazançlar gündeme geliyor ve insan o kadar şımarıyor ki başkalarının sahip olduklarını kendi yitik malı olduğunu düşünüyor. Bu şekilde her geçen gün biraz daha bencilleşen insan, affı, merhameti ve diğerkâmlığı giderek hayatından çıkarıyor. Böyle bir kısır döngüyü yaşamak zorunda kalan modern çağın insanı bir suç makinası haline geliyor ve suç ve suçluyla mücadele etmek için sürekli cezaların ve güvenlik güçlerinin sayıları artırılmış olsa da onlarla mücadelede yetersiz kalınıyor ve suç ve suçlu oranları sürekli artıyor.

Modern dünyanın suç işlemeyi kolaylaştıran ve neredeyse sınırsız sayılacak özgürlük metaforu ile desteklenmiş haz merkezli hayat anlayışı devam ettikçe suç ve suçluyla mücadele etmek her geçen gün daha da zorlaşacak gibi görünüyor. Ek güvenlik güçlerine ve ceza infaz evlerine ihtiyaç duyuluyor ve yeni inşa edilen ceza infaz evleri de kısa zamanda hükümlülerle dolup taşıyor. Maalesef çare yine ilahi reçetenin dışında aranıyor ve o yüzden de asla yeterli çareler bulunamıyor.

Öte yandan her geçen gün daha fazla insan haksızlığa muhatap oluyor. Ancak haksızlığa uğradığını düşünen bireyler, karşı tarafa hatasını telafi etme veya özür dileme fırsatı dahi tanımıyor. Haksızlığa uğradığını düşünen insanlar hukuki mercilerde haklarını aramak yerine kendilerini hukuki bir merci olarak görerek cinayete varıncaya kadar söz de cezalar kesip uyguluyorlar. Hukuki mercilere gidenlerin bazıları ise on dakika zaman geçse af edebilecek olduğu bir hatadan dolayı eşini veya başka bir yakınını adli mercilere şikâyet etmeyi tercih ederek aile içi bütün güven duygularının tarumar olmasına neden olabiliyorlar. Modern asrın İnsanı “Tutup yakaladığında zorbaca davranıyor” [6] ve işkence yapmaya bile tenezzül edebiliyor. Hızlı, sert, güçlü olmaya ve aile içi anlaşmazlık ve tartışmalarda tolerans göstermemeyi ilke edinen post modern yaklaşımlar bazen tek taraflı beyanı esas alarak acil cezaî işlem tesis edebiliyor ve dolayısıyla aile içinde köprülerin tamamen atılmasına neden olunuyor.  Birbirinin hasmı olmayı bir tatmin vesilesi görmeye başlayan insan böylece daha büyük ailevî yaraların açılmasına neden olabiliyor. Kadını ailesinden ve evinden koparıp özgürlük alanı olarak tasvir ettiği sokağa atmak için her türlü desiseye başvuran Batılılar soruyorlar: “Bugün kaç kadını özgürlüğüne kavuşturdunuz”?

Fıtrata ters yönelimleri bir takım propaganda araçları ile yayan ve erkeği, kadının eşi değil rakibi olarak görmemizi isteyen Batılılar soruyor: “Bugün kaç kız evini ve kaç kadın eşini ve çocuklarını terk ederek sokağa düştü”? Kadını ailesinin şerefli ve hürmetli bir üyesi olarak görmeye dayanamayıp onu soyup soğana çevirerek metropollerde yabancıların hizmetçisi ve mezesi olmaya razı eden Batılılar soruyorlar: Bugün kaç kadını evinden çalarak sözde ekonomik özgürlüğüne kavuşturdunuz”? Kadını sokağın merhametsiz patron ve patroniçelerinin eline düşürerek işkencelerden bir işkence ve ölümlerden bir ölüm beğenmeye mecbur eden Batılılar kuzu postuna giren bir kurt edasıyla soruyorlar: “Bugün kaç kadını kendi ailesinin koruma ve kollamasından kurtardınız?

Elbette her geçen gün suç ve suçluyla mücadelede yeni tedbirler alınırken insanlık aleminin diğer yarısını oluşturan ve beşeriyetin anası olan kadının en çok ezilen ve hakları en çok ihlal edilen taraf olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Kadınlar bir taraftan hak ve hukuka aykırı bir takım gelenek ve görenekler sebebiyle mirastan mahrum bırakılırlarken diğer taraftan haksız ve zalimane tutum ve davranışlara muhatap oluyorlar.

Çeşitli şiddet olaylarına muhatap bırakılan kadınların hak ve hukukunu korumak toplumun ve devletin en önemli mesuliyetleri arasında yer alıyor. Kadınlara yönelik olarak gerçekleşen bütün bu haksızlıkların ortadan kaldırılması için devletin türlü hukuki ve cezaî önlemleri alması gerekiyor. Ancak alınacak olan cezaî ve hukukî tedbirlerin çok iyi düşünülmesi ve toplumu oluşturan iki cins arasında dengeyi çok iyi korumuş olması gerekiyor. Aksi taktirde alınacak her tedbir başka problemlerin ortaya çıkmasına neden olacaktır.

Günümüzde kadına yönelik şiddet deyince ilk anda erkek cinsinin uyguladığı şiddet akla geliyor. Ancak bu durumun böyle olması asla adil bir yaklaşım değildir ve bu yargı gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Kadına yönelik şiddetin sadece onun karşı cinsi olan erkekten değil, aynı zamanda onun hem cinsi olan kadından da gelebilmekte olduğu bilinen bir gerçektir.

Baş faili erkek olan birçok şiddet olayının yardımcısı veya onu ortaya çıkartan sebeplerinden birinin veya birkaçının gerisinde bir hem cinsin eylem ve söylemleri olduğu bilinen bir gerçektir. Kadının kadına uyguladığı şiddeti asla görmezlikten gelemeyiz. Hal böyleyken erkekten gelen şiddetinin sürekli gündemde tutulup kadından gelen şiddetin konuşulmaması adil bir yaklaşım değildir. “Erkek şiddeti” deyimi ile bütün erkekleri potansiyel suçlu olarak sanık sandalyesine oturtan bu yaklaşım suçluya yönelik cinsiyetçi bir yaklaşım içermektedir. Bu yaklaşımın toplumun diğer yarısını oluşturan erkek adına dengeli ve doğru bir yaklaşım olmadığı açıktır.

Diğer taraftan kadına yönelik herhangi bir şiddete tanık olan her erdemli erkeğin genellikle tanık olduğu şiddeti engellemek için harekete geçtiğini ve hatta bunu yaparken bazen canından bile olabildiğini gösteren yaşanmış hadiseler oldukça fazladır. Durum böyleyken nasıl olur da şiddete başvuran birtakım erkeklerden sadır olan şiddet eylemlerine bakarak suç konusuna cinsiyetçi bir yaklaşım sergilenir ve “erkek şiddeti” adında yeni bir suç kategorisi ortaya çıkartılabilir? Öte yandan kadının erkeğe veya kendi cinsi olan kadına yönelik şiddeti veya cinayeti “kadın şiddeti” veya “kadın cinayeti” olarak kategorize edilmez.

Şayet erkeğin uyguladığı şiddet “erkek şiddeti” olarak kategorize ediliyorsa kadının işlediği şiddet eylemi de “kadın şiddeti” olarak kategorize edilmeli değil midir? Ne kadının işlediği şiddeti “kadın şiddeti” ve ne de erkeğin işlediği şiddeti “erkek şiddeti” olarak sınıflandırabiliriz. Zira işlenen suçun cinsiyeti olamaz. Bu tür yaklaşımlar kadın ve erkeği birbirini tamamlayan değil, birbirinin rakibi olarak göstermek isteyenlerin sinsi eylemlerinden başka bir şey değildir.  Acaba bu cinsiyetçi yaklaşımları kabul ederek hiç fark etmeden erkek cinsini, mücadele edilmesi gereken potansiyel bir tehlike olarak addeden bazı ideolojik grupların etkisi altında mı kalıyoruz? Erkek cinsini potansiyel bir suçlu gibi gösteren ve suça cinsiyet atfeden bu yaklaşıma toplumun her kesiminden ağır eleştiriler gelmiyor mu?

Suçlara cinsiyet atfetmenin oluşturduğu toplumsal fay hatlarının insanlığın aleyhine yapılmış en büyük suikastlardan birisi olduğu gerçeğini artık kabullenmeliyiz. Herhangi bir kocanın karısını öldürmesi gibi menfur ve zalimane bir eylemin “erkek şiddeti” olarak isimlendirilerek sunuluyor olması toplumu ve aileyi oluşturan iki cins arasında zihinsel ve psikolojik fay hatları oluşturacağı aşikardır. Erkek veya kadın tarafından gelen herhangi bir şiddet eylemini isimlendirirken, cinsiyetçi bir yaklaşım sergileyerek bu şiddeti kadın veya erkek şiddeti olarak değerlendirmek kadın ve erkeği birbirinin düşmanı olarak ilan etme çabasının bir ürünüdür.

Bu tür gayretler birbirlerinin tamamlayıcıları ve örtüleri olarak yaratılmış olan kadın ve erkek arasında fıtraten var olan güven duygusunu zedeleyecektir. Bu yaklaşım onları birbirine düşürecek ve onları birlerine bağlayan ailevi bağların zayıflamasına veya tamamen yok olmasına neden olacaktır. Evrensel hukukun ön önemli kaidesi olan suçun bireyselliği ve cinsiyetsizliği dikkate alınarak suç karşısında cinsiyetçi ve genelleştirici bir yaklaşımın yerine bireysel ve kişisel bir yaklaşım sergilemek en doğru bir yaklaşım değil midir?

Eşlerden birinin diğerine şiddet uyguladığında suçun failini açıklarken bütün hemcinsleri suçlu gibi gösterecek yaklaşım ve söylemlerden uzak durulmalıdır. Evrensel hukuk normlarında kabul gören suçun failini bağlayan bir durum olduğu kaidesinden yola çıkarak sadece olayın failinin kimliği ve failin mağdura yakınlık derecesi açıklanmalıdır. Diğer bir ifade ile suçun belli bir cinse özel kılınamayacağı, dolayısıyla belli bir cinsin geneline atfedilemeyeceği ve belli bir cins için genelleştirilemeyeceği ilkelerinden hareketle sadece suçun failinin kimliğinin açıklanmış olması daha adil bir yaklaşım olacaktır.

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE POZİTİF AYRIMCILIK

Kadına uygulanan şiddetle mücadele etmeyi en önemli küresel sorunlardan biri olarak gören günümüz yasama ve yürütme erkleri bu sorunla mücadele etmek için her gün yeni ve farklı hukuki düzenlemeler yaparak mücadelelerini başarılı kılma gayreti içindedirler. Şiddeti yok etmek veya en aza indirmek için yola çıkan yasama ve yürütme erkleri, toplumsal bir yara haline gelen bu sorundan kurtulmak için farklı yol arayışlarındadırlar. Bu anlamda kadına yönelik şiddetin engellemesi adına teknolojinin sağladığı imkanların da seferber edildiği görülmektedir. Yazılımı ülkemizde gerçekleştirilen “Kadın Acil Destek İhbar Sistemi” uygulaması kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin ihbar edilerek önlenmesi adına yapılmış dünyada öncü ve faydalı bir uygulamadır. Bu uygulama gerçekçi ve hakiki nedenlere dayanarak kullanıldığı takdirde birçok kadın veya çocuğun hayatını kurtaracak olan bir ihbar ve imdat sistemidir. Ancak her faydalı sistemin doğrudan faydaları olabileceği gibi doğru ve gerçekçi bir şekilde kullanılmadığında mahzurlu tarafları da olabilecektir.

Örneğin, bu uygulamanın çok basit nedenlerle veya kötü bir takım niyet ve gayelerle kullanılması durumunda kamu imkanlarının israfına yol açmasının yanı sıra ailevi bağların zedelenmesine veya küçük sorunların iyice büyümesine neden olacağı da gözden kaçırılmamalıdır. Ayrıca bu sistemin en basit ailevi tartışmaları takip eden kızgınlık halinde kullanılabilecek olması, ailede telafisi mümkün olmayan yaraların açılmasına ve eşler arasındaki güven bunalımının ortaya çıkmasına neden olabilecektir.

Aile ortamında meydana gelmesi çok doğal olan küçük tartışmalar veya anlaşmazlıkların bu uygulamayla birlikte kolluk güçlerinin sıcağı sıcağına müdahalesi ile çok hızlı bir şekilde adli bir boyut kazanacak olması telafisi mümkün olmayan büyük ailevî heyelanlara neden olabileceği gözden kaçırılmamalıdır.  Bu basit sayılacak tartışma ve anlaşmazlıklar sonucu yanına kolluk güçlerinin desteğini alarak diğer tarafa önemli bir baskı oluşturmaya çalışan eşin sahip olduğu ailede oluşturacağı güven bunalımı o aile için büyük bir erozyona neden olacaktır. Ceviz kabuğunu doldurmayacak meseleler yüzünden bir anlık bir öfkeyle acil durum çağrısı yapılmasının ardından kolluk güçlerinin haneye yapacakları acil müdahalenin hem kadın ve hem de erkeğin zihninde oluşturacağı olumsuz düşüncelerin eşler arasında var olması gereken güvenin yok olmasına neden olacağı gayet açıktır. Böyle bir ihbarın artık eşlerin birbirlerine tahammül edemedikleri düşüncesinin ortaya çıkmasına neden olacağını görmezden gelemeyiz.

Tarafların birlerine tahammül edemedikleri bir ortamda ailenin varlığını sürdürebilmesi olanaksızdır. Sabır, tahammül, teenni ve iletişim yollarını açık tutarak aileyi kurtarma çabası yerine en ufak bir meselede bile imdat butonunu tercih etmenin bir ailede oluşturacağı psikolojik travmayı hangi güç telafi edebilir? Bu durumu yaşayan bir eş bu aşamadan sonra diğer eşin kendisine yönelik olan güven duygusunu yitirmiş olduğunu görecek ve artık her iki tarafta da bu ailenin devam etmesinin anlamını yitirdiğini düşünülmeye başlanacaktır.

Ani kızgınlıklar yüzünden basılan imdat butonundan sonra, evinden uzaklaştırılabilecek olan bir eşin yaşayacak olduğu psikolojik travma ile birlikte saygı, sevgi, mahremiyet ve güven duygusunu yitirecektir. Böylelikle aile büyük bir yara almış olacak ve artık duygusal bağları zedelenen ailenin dağılması gündeme gelebilecektir. Basit kızgınlıklarla belki o butona basılmamış olsaydı ailede doğal olarak yaşanabilecek basit tartışmaların bir müddet sonra iletişim yollarının açık tutulmasıyla tatlıya bağlanarak problemin kendiliğinden çözülmesi gündeme gelebilecekti. Ancak butona basıldığında artık bu fırsatta da kaçırılmış olunacaktır. Böyle bir tecrübeyi ilk kez yaşayan eşlerin artık kendilerini boşanma planları yaparken bulmaları sürpriz bir gelişme olmayacaktır.

Gerçekçi ve ciddi olmayan birtakım ihbarın ardından kolluk güçlerinin müdahil olması, ilk başta basit bir durum gibi durabilir ancak bu durumun aile içinde telafisi zor yaralar açabileceği müşahede edilen bir olgudur. Kızgınlık anlarında yapılan birtakım imdat çağrılarının, kolluk güçleri olay mahalline ulaştığında, çağrıdaki şikâyetin geri çekilmiş olması eşlerin bu olumsuz sürecin muhtemel kötü sonuçlarının farkında olduklarını gösteren en önemli bir göstergedir. Zira butona basılmasının ardından olaya müdahil olan güvenlik güçleri, genellikle ani bir sinirle butona bastığını ve şikayetçi olmadığını söyleyen bir eş ile karşı karşıya kalmaktadırlar.

Kadına yönelik şiddetle mücadelede pozitif ayrımcılık yapma adına, kadının beyanının esas alınarak ön cezai tedbir işlemi tesis edilmesinin zaman zaman faydaları mülahaza edilmiş olsa da çoğunlukla diğer eşin hak mahrumiyetine yol açabildiği müşahede edilen bir durumdur. Bu uygulamanın evrensel hukuk ilkeleri ile bağdaşıp bağdaşmadığı hukukçular ve kamu vicdanı nezdinde tartışılması gereken bir konudur.

Pozitif ayrımcılık yapma adına her insanın adalet ve hukuk önünde eşitliği ilkesinden -dönemsel olarak da olsa- vazgeçilmiş olması mahşeri kamu vicdanını yaralayacak olan ve aynı zamanda toplumda adalet ve güven duygusunu zedeleyecek olan gayri hukuki bir gelişmedir. Kadının beyanını esas alıp evinden uzaklaştırılıp sokağa atılan onlarca koca yaşamlarını sürdürebilecekleri imkân ve olanaklardan mahrum edildikleri için olumsuz hava koşullarında maalesef canlarını bile kaybedebilmektedirler. Bu tür insanların yaşamsal olanaklara sahip olmaları anayasal güvence altında olmasına rağmen hangi yasal düzenlemelerle yaşam hakları ellerinden alınabilmektedir? Kadınlar için ihdas edilen sığınma evleri erkekler için de ihdas edilmiş midir? Sokağa atılan bir erkeğin uygun olmayan yaşam koşulları içinde hayatını devam ettiremeyip ölmesi veya dayanamayıp intihar etmiş olması bir başka şiddet ve cinayet eylemi değil midir?

Önleyici bir tedbir olmaktan daha çok ön cezaî bir işlem tesisine benzeyen beyana dayalı uzaklaştırma kararları eşlerin ruhsal ve psikolojik durumları üzerinde olumsuz etkiler bırakırken onları daha büyük suçlar işlemeye sevk edebilmektedir. Zira bir insanın yaşama sebebi olan değerlerinden mahrum bırakılması onun yaşam sevincinin tükenmesine neden olmaktadır. Yaşam sevinci tükenen insanlar intihar etme eğilimine girmektedirler. Diğer taraftan bazı insanlar içine düştükleri kötü durumun sebebi olarak gördükleri kişilerin canını yakma ve onların canlarına kıyma eğilimi göstererek daha kötü eylemlerin içine girebilmektedirler.

Hukukî bir eylem tesis edilirken pozitif ayrımcılık adı altında evrensel hukuk normlarının askıya alınarak suçun ve suçlunun tespit edilmesinde sadece kadın beyanını esas almak hukukî bir işlemde olması gereken savunma ve adil yargılanma hakkını ihlal eden hukukî bir garabettir. Mağdur olduğu peşinen kabul edilen kadının şiddet eylemlerinden korunması adına yapılan bu uygulama çoğunlukla erkek eşin mağduriyetine neden olabilmektedir. Öte yandan mağduriyet psikolojini derinden yaşayan bu kişinin daha büyük suçlar işleme eğilimi içine girmesine neden olunmakta ve korunmaya çalışılan kadın eşin daha büyük tehditlerle baş başa kalmasına yol açılmış olunmaktadır.

Olayın vasfı ve sübutunda kadının beyanını esas alarak verilen hükümlerle erkek eşin evinden dışarı atılması, mali ve mülkî haklarına tedbir konmuş olması, çocukları ve onların yakınları ile görüşmesinin yasaklanması, kişinin kendi evinden başka bir barınma yerinin bulunmadığını beyan etmesine rağmen kendisine yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan olanakların sunulmaması kişinin mağduriyetine ve yaşam sevincinin yok olmasına neden olabilmektedir. Kişinin gıda ve barınma ihtiyaçlarından mahrum edilmiş olunması, kişinin hayata tutunmasını sağlayan bütün maddi ve manevi varlıklarının mülkiyetinin -belli bir dönem için de olsa- askıya alınmış olması henüz sanık olma aşamasında olan o kişiyi psikolojik bir bunalımın içine çekecektir.

Diğer taraftan sokağa terkedilen kişinin olumsuz yaşam şartlarına dayanamadığından dolayı yaşamını yitirmesi mümkün hale gelmektedir. Sanık aşamasında olan kişiyi yaşam dışına iten bu tür uygulamalar evrensel hukuk ilkeleri ile bağdaşmaz. Bu tür uygulamalar kişinin ruhsal durumunun tamamen bozulmasına ve -nihayetinde daha kaybedecek bir şeyi kalmayınca- daha büyük şiddet eğilimleri içine girmesine neden olabilmektedir.

Birçok kadın cinayetinin böyle acılı bir süreç sonunda gerçekleşmiş olduğu dikkate alındığında -ister istemez- korunmaya çalışılan kadının daha büyük tehlikelerin içine itilmiş olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalmaktayız. Dolayısıyla sanığın cezalandırılma sürecinin savunma hakları kendisine verilerek normal hukuki bir süreç içinde gerçekleşmesi ve bu süreç gerçekleşirken evinden uzaklaştırılan erkek eşin kendisine barınma ve gıda imkanlarının sunulmuş olması, bu kişiye dini-manevi ve psikolojik destekler verilmesi, sanığın yeniden ait olduğu aileye ve topluma kazandırılabilmesi için gerekli bütün önlemlerin alınmış olması zarurîdir.

Şiddetle mücadele edilirken toplumun fiziki veya örfi olarak daha zayıf duruma düşürülmüş olan kadınların haklarının korunması onları erkekle eş değerde yaratan Allah’ın emridir.  Ancak bunu yaparken hukuki zeminde pozitif diye addedilen bir takım ayrılıkçı birtakım uygulamaların gündemde tutulması karşı tarafın haklarının zayi olmasına neden olabilecektir. Aile içinde küçük sayılabilecek tartışmalarda bile olaya kolluk güçlerini müdahil kılınarak adli sürece gidilmesi boşanmaları artıracak bir durumdur.

CEZALAR SUÇA EĞİLİMİ ARTIRACAK ÖZELLİKTE OLMAMALI

Kadına yönelik şiddet eylemi ne şekil ve surette olursa olsun aklın ve vicdanın kabul edebileceği bir eylem değildir. Bu menfur eylemi genellikle mali, fiziki örfi olarak avantajlı olan kesimler kendilerine göre daha zayıf durumda olan kişilere yönelik olarak uygulayabilmektedirler.  Bu yüzden kadına yönelik şiddete karşı mücadele etmek toplumu oluşturan bütün kesimlerce hukukî, dînî, insanî ve toplumsal bir görevdir. Bu görev hassasiyetle yerine getirilirken erkekten gelen şiddete “erkek şiddeti” gibi isimler vererek cinsiyetçi bir yaklaşım sergilemek doğal ve zorunlu olarak toplumun diğer yarısını oluşturan erkek cinsi adına rencide edici, dışlayıcı, suçlayıcı ve itham edici bir yaklaşımdır.

Kadına yönelik meydana gelen şiddet eylemlerini sunarken veya yazarken cinsiyetçi bir yaklaşımla “Erkek Cinayeti” / “Erkek Şiddeti” şeklinde sunmak veya yazmak insanlarda cinayet işlemenin ve şiddet uygulamasının erkek cinsine özgü olduğu algısını oluşturacaktır. Bu durum da erkeğin şiddet eğilimlisi ve dolayısıyla rehabilite edilmeye muhtaç olan ve fıtraten özürlü bir cins olarak tanımlanmasına neden olacaktır. Bu tür algı operasyonlarına sürekli olarak muhatap olan kız çocukları kendi babasına veya erkek kardeşine bakarken onu doğuştan şiddet bağımlısı tehlikeli bir tür olarak algılayabilecektir.

Özellikle kız çocukları tehlikeli ve bir tehdit unsuru olarak algılamaya başladığı erkek türü ile ileride bir yuva kurmaktan korkar hale gelebilecektir. Durum böyle olunca da bu insanlar fıtrî ihtiyaçlarını giderebilmek için üremeyi temin eden karşı cinse ile değil hem cinslerine yönelebilme eğiliminde olabileceklerdir. Eşcinsel yaklaşımların meydana çıkmasının psikolojik arka planında karşı cinse yönelik olarak gelişen olumsuz bakış açılarının olduğu göz ardı edilmemelidir.

Şüphesiz karşı cinsin bir tehdit olarak algılanmasının ardından gelişecek olan eşcinsel eğilimler, insan türünün sağlıklı bir şekilde üremesini, sağlıklı aile veya toplumsal bir yapının kurulmasını tehdit eden bir unsur haline gelecektir. Toplumu oluşturan iki cinsiyetten birine özel ayrıcalıklı hukukî normlar oluşturmak yakın gelecekte toplumsal düzeni derinden sarsabilecek gelişmelere sebebiyet verecek ve insanlık alemini oluşturan iki cins sürekli kavga ettirilerek toplumsal huzur tamamen yok edilmiş olunacaktır.

İslam toplumlarının yok olmasını dileyen batılı toplumların, İslam toplumlarının aile yapısını bozmak ve aileyi yok etmek için her türlü maddi ve manevi katkıyı sunduklarını üzülerek müşahede ediyoruz. Her türlü düşmanlığı bize reva gören batının mesele aileyi yok etmek olunca her türlü maddi ve manevi desteği sunuyor olmasından alacak olduğumuz bir mesaj yok mudur?

[1] Müslim 2577/55

[2] Bakara 30.

[3] Neml 18.

[4] İsra 23

[5] Bakara 237

[6] Şuara: 130.

By admin

Bir cevap yazın